Dünya Ticaretinde Konya'nın Yeri: Anadolu Yarımadası, Asya ile Avrupa arasına kurulmuş bir köprü gibidir. Tarihten çok daha evvelki zamanlardan beri, gerek Asya'dan Avrupa'ya ve gerek bundan Asya'ya, her hangi sebepler olursa olsun hareket etmek mecburiyetinde bulunmuş olan kavimler ve milletler, pek çok defa bu köprüden geçmekte muzlar kalmışlardır. Çünkü bu köprünün gerek güneyi ve gerek kuzeyi deniz olduğu gibi onun da kuzeyini senenin pek büyük bir kısmında karlar ile örtülü ıssız ve soğuk bir çöl halinde bulunan Rusya Cenubî ovalan kaplamış olduğundan her iki kıt'anın birinden diğerine geçmek isteyenler daima işte bu güzel ve emin köprüyü, bu Anadolu yarımadasını tercih etmek mecburiyetini duymuşlardır.
Bu geniş yarımadadan bittabi bir çok yollar geçebilirdi ve geçmekte idi. Fakat bu bir çok yolların en işleği, yarımadanın kuzey ve güney doğusuna bağlıyan ve bu suretle tabiî olarak Konya'dan geçen yol olmuştur. Çünkü Avrupa kıt'ası bu yarımadanın kuzey batısındadır. Ve o vakit malûm olan dünyanın en medenî ve en mamur olan Suriye, Elcezire (Mezopotamya) ve Irak ta bu yarımadanın güney doğu cihetine tesadüf etmektedir.
İşte Coğrafî vaziyetinin bu müsaadekârlığından dolayıdır ki Konya değil yalnız tarihî zamanlarda, hattâ eski devirlerde bile daima ve batıdan doğuya vukubulan muhaceretlerin, seyrüseferlerin; istilâ ve akınların güzergâhı olmuştur.
Hititler Lykya'ya ve Arzava'ya olan seferlerinde Konya'dan geçtikleri gibi, daha sonraları İranîler de Yunanistan'a olan seferlerinde ve Yunan kumandanı Xenophone onbin Yunan askerini İran'a sevk ederken ve gerek daha sonraları İskender, Haçlılar ve saire hep Konya'dan geçmişlerdir. Konya yolunun bu suretle tarihin her devrinde bilhassa tercih edilmiş olmasına sebep yine coğrafî vaziyetidir. Suriye'ye gelip de Kilikya'yı ve (Gülek Boğazı) vasitesiyle Torosları geçerek Konya ova-yaylasına çıkmış olan her hangi bir kavim, daha kuzeyi takip edip de Lykaonya çöllerinde hem yolunu kaybetmek, hem de susuz ve yiyeceksiz kalarak bin türlü zahmet ve meşakkatlere uğra-maktansa daima bir rehber gibi batıya ve batı kuzeye doğru uzanmakta olan Torosların ve bunların şubelerinin kuzey ve doğu eteklerini takip ederek, kaldıkları merhalelerde bol bol su ve yiyecek ve barınacak bir yer bulabilmek için işte bu güney yolunu tercih etmişlerdir ki bu yolda tabiatıyla Konya şehrinin bulunduğu noktadan geçmektedir. Çünkü bu mühim şehir, Toroslardan teferru etmiş olan dağların doğu eteklerinden nihayet bir saatlik bir mesafede bulunmakta ve dağların bolca gönderdikleri sularla sulanmakta ve hayat bulmaktadır.
Böyle batı kuzey ve doğu kuzeye uzanan ve Avrupa'yı Asya'ya rapteden en mühim ve en işlek bir yolun üzerinde bulunmasından başka fazla olarak ta bunun tam ortasında ve doğrudan doğruya batıdan: Ege denizi sahillerinden gelen ve diğer taraftan da doğu ve kuzeye giden diğer yolların da birbirini katettikleri bir nokta üzerinde bulunması bu şehrin ticaret bakımından inkişafına pek büyük hizmet etmiştir.
İstilâ ve fütuhat devirlerinden başka zamanlarda da Anadolu komşusu olan medenî ve mamur kıtalarda daimî surette ticarî ve fikrî münasebetlerde bulunmuştur. Bunun sebebi Anadolu'nun tabiî membaları itibariyle olan zenginliğidir. Anadolu'nun gerek kuzey ve gerek güney versanlarında bulunan ve oradan silsileler halinde uzanan dağlar, zengin ormanlar yetiştirmiştir. Sümerler, Akadlar, Asurîler gibi medeniyet sahasında ilerledikleri halde memleketleri ormandan mahrum bulunan milletler her zaman Anadolu'nun, dışları ormanlarla süslü olan bu dağlarının içleri de maden cevherleriyle dopdoludur ve bu madenler pek eski zamanlardan beri işletilmişlerdir. Halbuki yukarıda zikrettiğimiz medenî kavimlerin memleketleri ormandan olduğu gibi madenî cevherlerden de mahrum oldukları cihetle bunları tedarik etmek için de yine Anadolu'nun zengin tabiî definelerine müracaat etmekten uzak kalamamışlardır. İşte Anadolu'nun ve bu meyanda Konya'nın, tarihin en eski zamanlarında bilhassa şark kavimleriyle yaptığı ticaretin en başlıca amilleri bunlardır: Transit ticareti, kereste ticareti, maden ticareti.
Milattan 3 Bin Yıl Önce KONYA: İslâmiyetten evvel Anadolu'nun ve bilhassa Konya havalisinin ve Konya ile pek yakından komşu bulunan ve hemen pek çok bakımdan tarihleri birbirine karışan kıtaların, meselâ Kapadokya'nın İsa (a.s.)'dan evvel üçüncü bin'de iktisadî bakımdan ne vaziyette bulunduklarına atfınazar edelim.
İsa (a.s.)'dan evvel üçüncü binde Orta Anadolu'nun iktisadî vaziyeti: Bir takım iktisadî sebepler bazı Sümer prens ve hükümdarlarını, kuvvetli zamanlarında, Akdeniz kenarındaki zengin bölgelere doğru uzak seferler yapmak teşebbüsünde bulunmağa sevk ve tahrik etmiştir. Uruk hükümdarı Gılgameş'in destanı, bu kahramanın, Gâvur Dağlan Amanus'tan başka bir şey olmayan “Ardıçlı Dağlar Memleketi” kiralı olan Huvava yahut Humbaba'ya karşı olan mübarezelerini hikâye eder. Bu destan, bize kadar gelmemiş olan bir takım tarihî malûmat üzerine istinad etmektedir. Humbaba, Suriyelilerdeki Kombabos efsanesinin mevcut olması da Fırat Nehrinin aşağı havzasındaki medeniyet ile Küçük Asya arasındaki eski münasebatı yâd ve hatırlatacak olan hikâyelere, İsa (a.s.)'dan evvel XIII. üncü asırda bile, Anadolu'ya ne kadar büyük bir ehemmiyet verilmekte olduğunu ispat eylemektedir.
İsa (a.s.)'dan evvel 2700'e doğru Adab kiralı Lugal-anna-undu bu kıt'ada hakimiyetini tesis ve idame ettiğini iddia ediyor. XXVI. ncı asırda, üçüncü Uruk sülâlesinden Lugalzaggizi güneşin battığı cihette yolunun “Yukarı Deniz”e (yani Akdeniz)'e kadar açıldığını görüyor. Lugalzaggizi'ye halef olan ve Saınî ırkından bulunan Akkad sülâlesi ayni kıt'ada bir takım seferler yapıyor ve Küçük Asya'ya müdahale ediyor. Bu sülâlenin müessisi olan Sargon, Fırat üzerindeki Mari (Tellülharirî), Suriye sahilinde ve Gubla (Cebail) nın güneyindeki Yarmuti ve Amanus dağlarının güney silsilelerinden ibaret olan İbla (Cebeli arsuz) ile Amanus Dağı'ndan başka bir şey olmayan “Ardıç dağı” ve Cebeli Lübnan'dan ibaret olan “Açıkdağ” idiler. Bu destanda Sargon'un “Gümüş dağlan”na kadar gittiği zikredilmektedir ki burası da Kapadokya'dan ibarettir.
Romalılar Zamanında Anadolu ve KONYA: Romalılar devrinde Küçük Asya ve bilhassa Konya'nın ticaretinde evvelki devirlere nazaran evsafı mümeyyizeyi haiz bir tahavvül görülmez. Gerek ziraat ve hayvanat ve gerekse maâdin ve sanayi cihetinden serveti ve ihracatı Hellenistik devirde ne gibi şeyler idise Romalılar zamanında da yine onlardır.
Bundan evvelki devirlerde olduğu gibi Lycaonia hıttası ve şimdiki Konya Vilâyetinin diğer aksamı yine Toroslar üzerindeki kurşun, gümüş ve altını ihtiva eden maden ocaklarıyla yine Tatta gölünden çıkarılan beyaz, temiz ve leziz tuziyle, yine bol surette ürettiği buğday, arpa ve çavdarıyla, yine güzel ve uzun yünlü koyun ve keçileriyle ve yine bu yünlerden imal olunan halılarıyle…. vs. meşhurdur.
Ticaret yollarına gelince, yine ta Hititler, İranîler ve Yunanlılar zamanındaki büyük yollardır. Yani batıdan gerek Gediz = Hermos vadisini takiben kuzeyden ve gerek Menderes (Meandre) vadisini takiben güneyden gelen iki yol Yanık Ladiğe (Laodicee Conibusta) geldikten sonra ya doğuya gitmekte devam ederek Koropasos -Coropassos yoluyla Aksaray - Archelais ve Kayscriye = Mazaca'ya ve yahut ta güneye inerek Konya = Iconium, Karaman = Lâranda ve E-reğli = Cybistra yoluyla Gülek Boğazına doğrulur ve oradan da Suriye'ye ve Fırat nehrine doğru giderlerdi. Bütün bu hususlarda eski devirlerde ve bilhassa Hellenistik devirde olduğundan farklı bir şey yoktur.
Bizans İmparatorluğu zamanında KONYA: Roma İmparatoru Diokletien zamanında, 292 senei Milâdî senesinde yollar manzumesinde bir tahavvül görüldü. Bu imparator İzmit=Nicomedia şehrini imparatorluğa payitaht ittihaz etti. Bu devirden itibaren Nicomedia ile vilâyetleri yekdiğerine bağlayan yollar büyük bir ehemmiyet elde ettiler. Milâdın 330 senesinde İstanbul, imparatorluk için payitaht olarak seçildiğinde bu temayül artık mutat bir hale gelmiş bulunuyordu. Nicomedia'ya olduğu kadar da İstanbul'a giden bütün bu yolların birbirleriyle birleştirilmesine teşebbüs edildi. Şimdi cazibe merkezi artık Roma değil İstanbul olmuştu. Roma ticareti için kullanılan yollar azalarak sade iki bölgeye yan yan yollara inhisar etmişti. Jüstiniyen'in zamanı hükümetinde tahauvül tamamlandı. Teşebbüs ettiği idarî ıslahat ve tensikatta bu hükümdar eski yollar manzumesine nihayet vererek yeni sistemi kabul ve takviye etmiştir.
SELÇUKLULAR ZAMANINDA ANADOLU, KONYA YOLLARI VE HANLARI
Selçukîler zamanı tekmil Anadolu'nun ve fakat bilhassa Konya'nın bir şaşaa ve ihtişam devri olmuştur. İki buçuk asra yakın bir müddet devam eden bu devirde medeniyet, her şubesinde, her sahasında şayanı hayret bir şaşaa ve inkişaf göstermiş, her tarafa gözler kamaştıran ziyalar saçmıştır. Bu ziyanın merkez-i İntişarı Konya şehri olup buradan şuaat tarzında her cihete intişar ediyor, ve bütün hudutlara kadar uzanıyordu. Bu medeniyet tâ Azyanikler ve Hitit devrinde başlayıp Frigyalılar, İranîler, Yunanlılar, Romalılar ve Bizanslılar devirlerinden geçerek Selçukîler devrine kadar gelmiş ve bu zamanda şaşaa ve inkişafının son şiddeti iktisap etmişti.
Selçukîler mahallî kadim medeniyetlere varis oldukları gibi islâmiyetin parlaklığı zamanında doğudan, Hintten, Cinden ve İrandan gelen diğer medeniyetlerden de hissedar olmuşlar, velhasıl bunların hepsini de Türkün, nuru, terakkiyi, vüs'ati seven, ruhu ile yoğurup mezcederek bundan gözler kamaştırmağa kâfi bir netice husule getirmişlerdi.
İslâmiyet intişar ettiği yerlerdeki mimarları ve diğer her türlü san'atkârları ve san'at işçilerini faaliyete getirmişti. Nasıl ki bir takım seyyahlar, dervişler vasıtasıyla felsefî meslekler ve telâkkiler, tasavvuf? mezhepler ve düşünceler İslâm âleminin bir başından öbür başına kadar mesafe ile her sahada intişar ediyorsa işte mimarî de bu suretle san'atkârlar tarafından her tarafa yayılıyor. Kuvvetli bir koruyucunun, terakkiperver bir hükümdarın muzaheretine mazhar oldukları yerlerde bediî abideler bırakıyorlardı. Hint'ten, Çin'den, İran'dan gelen müzeyyen eşya üzerindeki tesirlerini gösteriyorlardı. Bu suretle Selçukî san'atın bir derecesi tekâmüle vâsıl oldu.
Selçukîler zamanında Anadolu'nun her tarafı camiler, medreseler, mektepler, kervansaraylar, imaretler, darüşşiffalar, su yolları, köprüler, saraylar ve daha bir çok diğer binalarla doldu.
Selçukîler, hakimiyetleri altındaki bu büyük kıt'ada muntazam ve kuvvetli bir teşkilât vücuda getirmişlerdi. Uzun bir müddet sulh ve asayişin temini, ticaret ve servetin de inkişafını mucip olmuştu.
Anadolu, zaten doğu ile batı arasındaki büyük ticaret yolları üzerinde bulunduğundan evvelden beri ticarî noktai nazardan mühim bir mevkie haiz olduğu gibi bu ehemmiyet Selçukî Türk medeniyetinin inşaı zamanında daha ziyade artmıştır. O zamanlar henüz Süveyş kanalı açılmamış ve hattâ Ümit Burnu yolu bile keşfedilmemiş bulunduğundan Şark ile Garp yani Asya ile Avrupa arasındaki yegâne büyük ticaret yolu Anadolu'dan geçiyordu. Bu şiddeti faaliyet ise bir çok kervansarayların inşasını istilzam etmişti.
Selçukîlerin ticarete verdikleri ehemmiyeti anlamak için hâlâ bakiyeleri ortada duran bu muazzam kervansarayların intizam ve azametini görmek kâfidir. Ticarete verilen ehemmiyetin sonucu olarak da yollara ve köprülere ehemmiyet verilmiş ve gayet metîn ve asırlarca müddet payidar olan kârgir köprüler vücûda getirilmişti.
Selçukî hanlarının Konya'dan itibaren her tarafa doğru adeta şuaat tarzında açılıp uzandığı görülür:
Şuam birisi Konya'dan çıkarak batı kuzeye gider ve Afyonkarahisar'da nihayet bulur. Bu hat üzerindeki başlıca abideler: (Dokuzun hanı), (Kadın hanı), (İshaklı hanı)'dır.
Diğer bir şua Konya'dan çıkarak doğu kuzey istikametini takiben Sivas'a doğru gider: Bu hat üzerindeki hanlar pek çoktur: Zazadın (Sadettin) hanı, Akhan (Greko-Romen devirdeki Coropassos şehrinin bulunduğu noktada). Sultan hanı, Aksaray, diğer Sultan hanı…. vs. dir.
Diğer bir şu'a Ulukışla'dan başlayarak Niğde'den geçer ve Kayseri'de diğer şu'a ile birleşir.
Diğer bir şua Konya'dan başlayarak Beyşehir'den geçer ve Alâiye (Alanya)'de nihayet bulur.
Velhasıl bütün bu hanlar, hem hâlâ arkeologların ve sanayii nefise erbabının vecd ve hayretlerle nazarı temaşalarını üzerinde tevfik edecek kadar bedi, birer eseri san'at, hem de asırlarca müddet şark ile garp. şimal ile cenup arasındaki iktisadî ve ticarî faaliyetin temami inkişafına hadim ve her türlü istirahati, huzur ve sükûnu cami birer melce (sıığınak), birer penah olmuşlardır.
Osmanlılar Zamanında Anadolu Ticaret Yolları ve Hanları: Osmanlıların Bizans ve Selçuklulardan devraldıkları İpek Yolu üzerindeki yolların bir kısmı tekerlekli araçların geçmesine elverişli düz yollardır. Büyük bir kısmı ise kervan ulaşımına imkan tanımaktadır. Yine Osmanlılar kervansaray, köprü gibi bayındırlık tesisleri kurulup geliştirilmiştir. Bu durum daha çok Selçuklulardan miras kalan Anadolu için geçerlidir.
Konya ve Civarında Osmanlı Hanları
- Bezirciler Hanı
- Mumbiç Hatun Hanı
- Nizamiye Hanı
- Selçuk Hanı
- Hoca Mezit Hanı
- Bayram Paşa Hanı
- Han (Alaca Han'da)
- Lala Mustafa Paşa Kervansarayı
- Pamukçu Hanı
- Rüstem Paşa Hanı
- Buzlukbaşı Hanı
Osmanlılarda Ticari Yollar Şebekesi: Osmanlılar İstanbul merkez olmak üzere ülkeyi önce Rumeli ve Anadolu ciheti olarak iki bölgeye ayırmış, sonra her bölgeyi de Sağ Orta ve Sol Kol olarak bütün yol şebekesini bu 6 anayola bağlamışlar dır. İstanbul'dan başlayan bu yolların istikametleri şöyledir:
Rumeli cihetinde Sağ Kol (Vize-Aydos-İsmail-Akkirman-Özi Kırım), Orta Kol (İzmît-Sofya-Niş-Belgrad- ….) ve Sol Kol (Tekirdağ Malkara-Dimetoka-Selânik-….).
Anadolu cihetinde Sağ Kol (Eskişehir-Konya-Adana-Antakya… Orta Kol (İzmit- Bolu-Merzifon- Tokat- Sivas-Malatya- Diyarbakır-Musul-Kerkük-Bağdad -Basra ….), Sol Kol (Merzifon'da Orta Kol'dan ayrılarak Erzurum-Kars-Tebriz).
Bu yollar üzerinde arazinin topografyasına göre 3 ilâ 18 saat aralıklarla değişen menzilhâneler kurulmuştur.
Ayrıca bazıları yüzyıllardır kullanılan “kuzey kervan yolu İstanbul - Bolu - Amasya - Tokat - Şebinkarahisar - Erzurum - İran, Kayseri yolu Sapanca - Geyve - Beypazarı - Ankara - Kayseri, Hac yolu (Şam üzerinden Mekke ve Medine'ye ulaşır), Bursa - İzmir yolu, Bursa -Çanakkale yolu gibi ticaret yollan da vardır. Bunların üzerinde menzilhanelerden ayrı her biri bir kale niteliğinde sivil konaklama tesisleri olan kervansaraylar ve hanlar bulunur. Ayrıca dağ başlan, tehlikeli geçitler gibi ulaşılması zor, ıssız noktalarda yol emniyetini sağlayan bir de derbent teşkilatı vardır.
Karayollarını kesen nehirlerin köprü yapımına imkân vermeyen bölümlerinde karşılıklı geçişler için çoğu kez bedava yararlanılan vakıf gemiler işletilmiştir.
Osmanlılarda Ticari Ulaşım Muhafazası: Koruyucu Dervişler: Ulaşım güvenliğinin sağlanması için zaviyeler yaptırılmış ve buralarda dervişler görevlendirilmiştir.
Koruyucu Derbendler: Sonraları bu amaçla derbent teşkilatı oluşturulmuş, Anadolu'da 2.288 ve Rumeli'de 2.906 aile, avarız vergilerinden muaf tutularak bu işle görevlendirilmiştir.
Derbentler, bir bölgenin ve yolun emniyetinin sağlanması bakımından önemli bir tesis olmaları yanında, ıssız yerlerin şenlendirilmesi için iskan vasıtası olarak ta kullanılmışlardır.
Derbentler iki çeşitti: Birincileri yurtluk ve ocaklık şeklinde tımar sistemi içerisinde kullanılan derbentler, ikincileri vergi muafiyetleri usulü ile kurulan derbentlerdir. Bu ikinciler vakıf, has veya boş topraklar üzerinde kurulmaktadır.
Bir başka açıdan derbentler kale mahiyetinde olanlar, vakıf şeklinde bulunanlar, han ve kervansaray olarak kullanılanlar, köprü civarlarında bulunanlar olarak kısımlara ayrılabilirler.
Derbentler, XVII. yüzyıldan itibaren kırsal kesimde güvenliğin azalmasına paralel olarak, bozulmaya başlamışlar, görevlerini yapamaz duruma düşmüşler ve askeri mahiyette olanları hariç, yerlerini bırakmışlardır. Bu durum da güvenliğin ortadan kalkmasına ve çevre köy hatta kasaba ahalilerinin eşkıya baskınlarından korunmak için yerlerini terk etmelerine yol açmıştır. Devlet XVIII. yüzyıl başlarından itibaren bu bozuk duruma müdahale ederek derbent ahalisini eski yerlerine yerleştirmeye veya yeni ahali sevk etmeye başladı.
Osmanlılarda Ticari Posta ve Yol Murakabesi: Resmî haberleşme, “ulak teşkilâtıyla sağlanırdı. Başlangıçta iyi ata binen tatarlar arasından seçildikleri için kendilerine “tatar” denilen bu ulaklara sonraları “sâî, haberci, postacı” da denilmiştir. Kendilerine mahsus elbise ve kalpak giyerlerdi. Bu elbiselerin başkaları tarafından giyilmesi yasaktı. Bir ulak güzergâhın topografyası, yol üzerinde su kuyuları, meskûn yerler bulunup bulunmaması, menzillerin ve atların durumuna göre ve namaz vakitleri hesaba katılırsa günde 12 ilâ 48 mil gidebilirdi. Bunlar askerî yollar üzerindeki menzilhanelerden beygir değiştirmek, ihtiyaç gidermek için yararlanırlardı. Her menzilde yorgun hayvan ve ulak değiştirilirdi. Ama haberler gizli ve önemli ise ulaklar değiştirilmezdi.
Menzil teşkilâtı özel haberleşme için kullanılmazdı. 50-60 ulağı olan vezir daireleri vardı. Ulaklar yolları üzerindeki şehir ve kasabalarda ahaliyi Şer'î mahkemelere toplayarak taşıdıkları ferman ve hükümleri okuturlardı. Taşradan merkeze gönderilen evrakı da yine ulaklar getirirdi. Özel haberleşme sâî'lerle yapılırdı. Bunlara da yaptıkları hizmet karşılığı ücret ödenirdi.
1839 yılında menzil teşkilâtı terk edilerek posta teşkilâtı kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda deniz taşımacılığının iskeleleri Karadeniz kıyılarında, Akdeniz cihetinde ise Mora'ya ulaşan sahillerde ve Cebel-i Tarık'a kadar uzanan Ege, Kuzey Afrika kıyılarında sıralanmışlardır. Bu iskeleler menzilhânelerin ilga olmasından sonra kurulan posta teşkilatı için kullanılmışlardır. Posta teşkilatıyla beraber menzil teşkilatı ortadan kaldırıldığından, Osmanlı ülkesi içinde büyük devletlerin postaları da Osmanlı postalarının kullandığı yollar ve imkânlardan yararlanabiliyorlardı. Üstelik Batılı posta teşkilatları daha deneyimliydi. Ayrıca Avrupa'dan ülkemize mektup, gazete ve dergi gönderen gayrimüslimler ve Jöntürklerce de tercih edildiklerinden rekabette üstünlük sağlamışlardı.
OSMANLILAR DEVRİNDE DÜNYA VE TİCARET
Resmi adı “Ed - Devle El- Aliyye El-Usmaniye” olan Osmanlı Devleti devrinde Konya için bir şey değişmedi, çünkü bunlar Türk kavimlerinden olup sünni müslüman kimselerdi. Bu memleketlerin Osmanlı hâkimiyetine girmek sanki bu yöre halkının isteğiydi. Bu sebepten Osmanlılar ticaretten, medeni, dini hayattan bir inkilâb yapmamışlardı.
Karamanoğulları başka bir cihetten işaret alarak Osmanlının büyümesine engel olmak istediler ise de başaramadılar. Ve böylece Konya mahalli bir vilayete başkent olmaktan çıkıp cihan şümul bir devlete bir eyalet oldu.
Bu cihan şümul devlet ile yek parça haline gelen Anadolu ve Konya eski hayatına devam etmişti.Karayolu ticaretin devamına gereken kervan sarayları,yol köprü inşaları devam ede gelmişti.
Bu devletin himmeti ile yeni çarşılar ve pazarlar kurulmuştu. Hatta devletin sahası büyümesinden dolayı da ticaret daha geniş yerlere uzanmıştı.
Malumdur ki, ticari malların nakli, insanların ve hayvanların sırtlarında taşınmakla başlamıştı. Sonraları ırmaklarda, göllerde ve denizlerde yelkenli gemiler kullanılırdı. Binlerce yıldan beri eşyanın ulaşımı, değişmez bir şekilde daima aynı hızla, yani karadan at,katır ve deve gibi hayvan sırtında kervanlarla nakledilir ve karadan denize gelinince gemilere aktarılırdı.
Bir kaç on yıl içinde, sürat devri gelip yerleşti.
Önce Buhar, ticaret âleminde belirdi. Ve 19. yüz yıl başlarında yaygınlaştı.
1824 den itibaren demir yolu mesafeleri kısalttı ve Lokomotifler ağır katarları çeker hale geldi.Demiryolu şebekesi genişletildi ve dünyayı sardı…Buharlı gemi eşyanın naklini daha çabuklaştırdı.
Geçen yüzyılın sonunda yeni icadlar ve petrolün kullanılması,yollara daha bir canlılık getirdi. Şiddetli bir rekabet kamyonla lokomotifi birbirine düşürdü.
1919 dan sonda Havacılık gelişti, 1950'lerde Uzak Doğuya uçar oldu.
Haberleşme araçlarındaki gelişme, aynı tempoyu izledi. 1832 yılında Mors telgraf alfabesi icad edildi.
1878 yılında Okyanus dibine ilk kablo çekildi. Yeryüzü git gide daha yoğun çeşitli Kara, Deniz ve Hava ulaşım araçlarıyla çevrelendi. Okyanusların arasında kanalların, Alplerde tünellerin açılması büyük karayollarının inşası mesafeleri iyice kısalttı.Bununla paralel olarak mübadelelerde de bir hacim çoğalması görüldü… Ağırlıkları yüzünden 19. yüzyıl başından önce taşınması mümkün olmayan mallar, milletler arası yollarda görülmeye başladı.
Osmanlıların döneminin büyük bir kısmı bu icadların devri sayılır.
Osmanlı da büyük inkişafa soyundu. Kendisi de bir taraftan icadetti.
Diğer taraftan Avrupa'nın icadlarından faydalandı.
Denizlerinde Buharlı, petrollü gemiler çalıştırdı.
Tiren yollarınım döşetti. Berlin - Medine-i Münevvere'ye kadar ulaşan hatlar kurdu. Osmanlı Uçakları İstanbul - Kahire arası uçuş düzenledi.
Fakat koca çınarın milleti kendi kendini gereği kadar yenileyemedi. Ve bu çınarın budanmasına ve gövdesinin kesilmesine sebep oldu…
Ama kökü sökülmedi. Cumhuriyet kuruldu ve büyük bir hamleyle aşırı ilerleme ile bugünkü muasır devletler seviyesini geçti.
KAYNAKÇA
1- Midhat Altan; Konya'nın İktisadî Bünyesine Bir Bakış, 1940
2- Mehmet Eminoğlu, Konya Ticaret Teşkilâtı, KTO Yayınları, No: 16
3- Sakaoğlu Necdet, Akbayar Nuri; Osmanlıda Zana'atten Sanata, Körfezbank, İstanbul 1998
Bu geniş yarımadadan bittabi bir çok yollar geçebilirdi ve geçmekte idi. Fakat bu bir çok yolların en işleği, yarımadanın kuzey ve güney doğusuna bağlıyan ve bu suretle tabiî olarak Konya'dan geçen yol olmuştur. Çünkü Avrupa kıt'ası bu yarımadanın kuzey batısındadır. Ve o vakit malûm olan dünyanın en medenî ve en mamur olan Suriye, Elcezire (Mezopotamya) ve Irak ta bu yarımadanın güney doğu cihetine tesadüf etmektedir.
İşte Coğrafî vaziyetinin bu müsaadekârlığından dolayıdır ki Konya değil yalnız tarihî zamanlarda, hattâ eski devirlerde bile daima ve batıdan doğuya vukubulan muhaceretlerin, seyrüseferlerin; istilâ ve akınların güzergâhı olmuştur.
Hititler Lykya'ya ve Arzava'ya olan seferlerinde Konya'dan geçtikleri gibi, daha sonraları İranîler de Yunanistan'a olan seferlerinde ve Yunan kumandanı Xenophone onbin Yunan askerini İran'a sevk ederken ve gerek daha sonraları İskender, Haçlılar ve saire hep Konya'dan geçmişlerdir. Konya yolunun bu suretle tarihin her devrinde bilhassa tercih edilmiş olmasına sebep yine coğrafî vaziyetidir. Suriye'ye gelip de Kilikya'yı ve (Gülek Boğazı) vasitesiyle Torosları geçerek Konya ova-yaylasına çıkmış olan her hangi bir kavim, daha kuzeyi takip edip de Lykaonya çöllerinde hem yolunu kaybetmek, hem de susuz ve yiyeceksiz kalarak bin türlü zahmet ve meşakkatlere uğra-maktansa daima bir rehber gibi batıya ve batı kuzeye doğru uzanmakta olan Torosların ve bunların şubelerinin kuzey ve doğu eteklerini takip ederek, kaldıkları merhalelerde bol bol su ve yiyecek ve barınacak bir yer bulabilmek için işte bu güney yolunu tercih etmişlerdir ki bu yolda tabiatıyla Konya şehrinin bulunduğu noktadan geçmektedir. Çünkü bu mühim şehir, Toroslardan teferru etmiş olan dağların doğu eteklerinden nihayet bir saatlik bir mesafede bulunmakta ve dağların bolca gönderdikleri sularla sulanmakta ve hayat bulmaktadır.
Böyle batı kuzey ve doğu kuzeye uzanan ve Avrupa'yı Asya'ya rapteden en mühim ve en işlek bir yolun üzerinde bulunmasından başka fazla olarak ta bunun tam ortasında ve doğrudan doğruya batıdan: Ege denizi sahillerinden gelen ve diğer taraftan da doğu ve kuzeye giden diğer yolların da birbirini katettikleri bir nokta üzerinde bulunması bu şehrin ticaret bakımından inkişafına pek büyük hizmet etmiştir.
İstilâ ve fütuhat devirlerinden başka zamanlarda da Anadolu komşusu olan medenî ve mamur kıtalarda daimî surette ticarî ve fikrî münasebetlerde bulunmuştur. Bunun sebebi Anadolu'nun tabiî membaları itibariyle olan zenginliğidir. Anadolu'nun gerek kuzey ve gerek güney versanlarında bulunan ve oradan silsileler halinde uzanan dağlar, zengin ormanlar yetiştirmiştir. Sümerler, Akadlar, Asurîler gibi medeniyet sahasında ilerledikleri halde memleketleri ormandan mahrum bulunan milletler her zaman Anadolu'nun, dışları ormanlarla süslü olan bu dağlarının içleri de maden cevherleriyle dopdoludur ve bu madenler pek eski zamanlardan beri işletilmişlerdir. Halbuki yukarıda zikrettiğimiz medenî kavimlerin memleketleri ormandan olduğu gibi madenî cevherlerden de mahrum oldukları cihetle bunları tedarik etmek için de yine Anadolu'nun zengin tabiî definelerine müracaat etmekten uzak kalamamışlardır. İşte Anadolu'nun ve bu meyanda Konya'nın, tarihin en eski zamanlarında bilhassa şark kavimleriyle yaptığı ticaretin en başlıca amilleri bunlardır: Transit ticareti, kereste ticareti, maden ticareti.
Milattan 3 Bin Yıl Önce KONYA: İslâmiyetten evvel Anadolu'nun ve bilhassa Konya havalisinin ve Konya ile pek yakından komşu bulunan ve hemen pek çok bakımdan tarihleri birbirine karışan kıtaların, meselâ Kapadokya'nın İsa (a.s.)'dan evvel üçüncü bin'de iktisadî bakımdan ne vaziyette bulunduklarına atfınazar edelim.
İsa (a.s.)'dan evvel üçüncü binde Orta Anadolu'nun iktisadî vaziyeti: Bir takım iktisadî sebepler bazı Sümer prens ve hükümdarlarını, kuvvetli zamanlarında, Akdeniz kenarındaki zengin bölgelere doğru uzak seferler yapmak teşebbüsünde bulunmağa sevk ve tahrik etmiştir. Uruk hükümdarı Gılgameş'in destanı, bu kahramanın, Gâvur Dağlan Amanus'tan başka bir şey olmayan “Ardıçlı Dağlar Memleketi” kiralı olan Huvava yahut Humbaba'ya karşı olan mübarezelerini hikâye eder. Bu destan, bize kadar gelmemiş olan bir takım tarihî malûmat üzerine istinad etmektedir. Humbaba, Suriyelilerdeki Kombabos efsanesinin mevcut olması da Fırat Nehrinin aşağı havzasındaki medeniyet ile Küçük Asya arasındaki eski münasebatı yâd ve hatırlatacak olan hikâyelere, İsa (a.s.)'dan evvel XIII. üncü asırda bile, Anadolu'ya ne kadar büyük bir ehemmiyet verilmekte olduğunu ispat eylemektedir.
İsa (a.s.)'dan evvel 2700'e doğru Adab kiralı Lugal-anna-undu bu kıt'ada hakimiyetini tesis ve idame ettiğini iddia ediyor. XXVI. ncı asırda, üçüncü Uruk sülâlesinden Lugalzaggizi güneşin battığı cihette yolunun “Yukarı Deniz”e (yani Akdeniz)'e kadar açıldığını görüyor. Lugalzaggizi'ye halef olan ve Saınî ırkından bulunan Akkad sülâlesi ayni kıt'ada bir takım seferler yapıyor ve Küçük Asya'ya müdahale ediyor. Bu sülâlenin müessisi olan Sargon, Fırat üzerindeki Mari (Tellülharirî), Suriye sahilinde ve Gubla (Cebail) nın güneyindeki Yarmuti ve Amanus dağlarının güney silsilelerinden ibaret olan İbla (Cebeli arsuz) ile Amanus Dağı'ndan başka bir şey olmayan “Ardıç dağı” ve Cebeli Lübnan'dan ibaret olan “Açıkdağ” idiler. Bu destanda Sargon'un “Gümüş dağlan”na kadar gittiği zikredilmektedir ki burası da Kapadokya'dan ibarettir.
Romalılar Zamanında Anadolu ve KONYA: Romalılar devrinde Küçük Asya ve bilhassa Konya'nın ticaretinde evvelki devirlere nazaran evsafı mümeyyizeyi haiz bir tahavvül görülmez. Gerek ziraat ve hayvanat ve gerekse maâdin ve sanayi cihetinden serveti ve ihracatı Hellenistik devirde ne gibi şeyler idise Romalılar zamanında da yine onlardır.
Bundan evvelki devirlerde olduğu gibi Lycaonia hıttası ve şimdiki Konya Vilâyetinin diğer aksamı yine Toroslar üzerindeki kurşun, gümüş ve altını ihtiva eden maden ocaklarıyla yine Tatta gölünden çıkarılan beyaz, temiz ve leziz tuziyle, yine bol surette ürettiği buğday, arpa ve çavdarıyla, yine güzel ve uzun yünlü koyun ve keçileriyle ve yine bu yünlerden imal olunan halılarıyle…. vs. meşhurdur.
Ticaret yollarına gelince, yine ta Hititler, İranîler ve Yunanlılar zamanındaki büyük yollardır. Yani batıdan gerek Gediz = Hermos vadisini takiben kuzeyden ve gerek Menderes (Meandre) vadisini takiben güneyden gelen iki yol Yanık Ladiğe (Laodicee Conibusta) geldikten sonra ya doğuya gitmekte devam ederek Koropasos -Coropassos yoluyla Aksaray - Archelais ve Kayscriye = Mazaca'ya ve yahut ta güneye inerek Konya = Iconium, Karaman = Lâranda ve E-reğli = Cybistra yoluyla Gülek Boğazına doğrulur ve oradan da Suriye'ye ve Fırat nehrine doğru giderlerdi. Bütün bu hususlarda eski devirlerde ve bilhassa Hellenistik devirde olduğundan farklı bir şey yoktur.
Bizans İmparatorluğu zamanında KONYA: Roma İmparatoru Diokletien zamanında, 292 senei Milâdî senesinde yollar manzumesinde bir tahavvül görüldü. Bu imparator İzmit=Nicomedia şehrini imparatorluğa payitaht ittihaz etti. Bu devirden itibaren Nicomedia ile vilâyetleri yekdiğerine bağlayan yollar büyük bir ehemmiyet elde ettiler. Milâdın 330 senesinde İstanbul, imparatorluk için payitaht olarak seçildiğinde bu temayül artık mutat bir hale gelmiş bulunuyordu. Nicomedia'ya olduğu kadar da İstanbul'a giden bütün bu yolların birbirleriyle birleştirilmesine teşebbüs edildi. Şimdi cazibe merkezi artık Roma değil İstanbul olmuştu. Roma ticareti için kullanılan yollar azalarak sade iki bölgeye yan yan yollara inhisar etmişti. Jüstiniyen'in zamanı hükümetinde tahauvül tamamlandı. Teşebbüs ettiği idarî ıslahat ve tensikatta bu hükümdar eski yollar manzumesine nihayet vererek yeni sistemi kabul ve takviye etmiştir.
SELÇUKLULAR ZAMANINDA ANADOLU, KONYA YOLLARI VE HANLARI
Selçukîler zamanı tekmil Anadolu'nun ve fakat bilhassa Konya'nın bir şaşaa ve ihtişam devri olmuştur. İki buçuk asra yakın bir müddet devam eden bu devirde medeniyet, her şubesinde, her sahasında şayanı hayret bir şaşaa ve inkişaf göstermiş, her tarafa gözler kamaştıran ziyalar saçmıştır. Bu ziyanın merkez-i İntişarı Konya şehri olup buradan şuaat tarzında her cihete intişar ediyor, ve bütün hudutlara kadar uzanıyordu. Bu medeniyet tâ Azyanikler ve Hitit devrinde başlayıp Frigyalılar, İranîler, Yunanlılar, Romalılar ve Bizanslılar devirlerinden geçerek Selçukîler devrine kadar gelmiş ve bu zamanda şaşaa ve inkişafının son şiddeti iktisap etmişti.
Selçukîler mahallî kadim medeniyetlere varis oldukları gibi islâmiyetin parlaklığı zamanında doğudan, Hintten, Cinden ve İrandan gelen diğer medeniyetlerden de hissedar olmuşlar, velhasıl bunların hepsini de Türkün, nuru, terakkiyi, vüs'ati seven, ruhu ile yoğurup mezcederek bundan gözler kamaştırmağa kâfi bir netice husule getirmişlerdi.
İslâmiyet intişar ettiği yerlerdeki mimarları ve diğer her türlü san'atkârları ve san'at işçilerini faaliyete getirmişti. Nasıl ki bir takım seyyahlar, dervişler vasıtasıyla felsefî meslekler ve telâkkiler, tasavvuf? mezhepler ve düşünceler İslâm âleminin bir başından öbür başına kadar mesafe ile her sahada intişar ediyorsa işte mimarî de bu suretle san'atkârlar tarafından her tarafa yayılıyor. Kuvvetli bir koruyucunun, terakkiperver bir hükümdarın muzaheretine mazhar oldukları yerlerde bediî abideler bırakıyorlardı. Hint'ten, Çin'den, İran'dan gelen müzeyyen eşya üzerindeki tesirlerini gösteriyorlardı. Bu suretle Selçukî san'atın bir derecesi tekâmüle vâsıl oldu.
Selçukîler zamanında Anadolu'nun her tarafı camiler, medreseler, mektepler, kervansaraylar, imaretler, darüşşiffalar, su yolları, köprüler, saraylar ve daha bir çok diğer binalarla doldu.
Selçukîler, hakimiyetleri altındaki bu büyük kıt'ada muntazam ve kuvvetli bir teşkilât vücuda getirmişlerdi. Uzun bir müddet sulh ve asayişin temini, ticaret ve servetin de inkişafını mucip olmuştu.
Anadolu, zaten doğu ile batı arasındaki büyük ticaret yolları üzerinde bulunduğundan evvelden beri ticarî noktai nazardan mühim bir mevkie haiz olduğu gibi bu ehemmiyet Selçukî Türk medeniyetinin inşaı zamanında daha ziyade artmıştır. O zamanlar henüz Süveyş kanalı açılmamış ve hattâ Ümit Burnu yolu bile keşfedilmemiş bulunduğundan Şark ile Garp yani Asya ile Avrupa arasındaki yegâne büyük ticaret yolu Anadolu'dan geçiyordu. Bu şiddeti faaliyet ise bir çok kervansarayların inşasını istilzam etmişti.
Selçukîlerin ticarete verdikleri ehemmiyeti anlamak için hâlâ bakiyeleri ortada duran bu muazzam kervansarayların intizam ve azametini görmek kâfidir. Ticarete verilen ehemmiyetin sonucu olarak da yollara ve köprülere ehemmiyet verilmiş ve gayet metîn ve asırlarca müddet payidar olan kârgir köprüler vücûda getirilmişti.
Selçukî hanlarının Konya'dan itibaren her tarafa doğru adeta şuaat tarzında açılıp uzandığı görülür:
Şuam birisi Konya'dan çıkarak batı kuzeye gider ve Afyonkarahisar'da nihayet bulur. Bu hat üzerindeki başlıca abideler: (Dokuzun hanı), (Kadın hanı), (İshaklı hanı)'dır.
Diğer bir şua Konya'dan çıkarak doğu kuzey istikametini takiben Sivas'a doğru gider: Bu hat üzerindeki hanlar pek çoktur: Zazadın (Sadettin) hanı, Akhan (Greko-Romen devirdeki Coropassos şehrinin bulunduğu noktada). Sultan hanı, Aksaray, diğer Sultan hanı…. vs. dir.
Diğer bir şu'a Ulukışla'dan başlayarak Niğde'den geçer ve Kayseri'de diğer şu'a ile birleşir.
Diğer bir şua Konya'dan başlayarak Beyşehir'den geçer ve Alâiye (Alanya)'de nihayet bulur.
Velhasıl bütün bu hanlar, hem hâlâ arkeologların ve sanayii nefise erbabının vecd ve hayretlerle nazarı temaşalarını üzerinde tevfik edecek kadar bedi, birer eseri san'at, hem de asırlarca müddet şark ile garp. şimal ile cenup arasındaki iktisadî ve ticarî faaliyetin temami inkişafına hadim ve her türlü istirahati, huzur ve sükûnu cami birer melce (sıığınak), birer penah olmuşlardır.
Osmanlılar Zamanında Anadolu Ticaret Yolları ve Hanları: Osmanlıların Bizans ve Selçuklulardan devraldıkları İpek Yolu üzerindeki yolların bir kısmı tekerlekli araçların geçmesine elverişli düz yollardır. Büyük bir kısmı ise kervan ulaşımına imkan tanımaktadır. Yine Osmanlılar kervansaray, köprü gibi bayındırlık tesisleri kurulup geliştirilmiştir. Bu durum daha çok Selçuklulardan miras kalan Anadolu için geçerlidir.
Konya ve Civarında Osmanlı Hanları
- Bezirciler Hanı
- Mumbiç Hatun Hanı
- Nizamiye Hanı
- Selçuk Hanı
- Hoca Mezit Hanı
- Bayram Paşa Hanı
- Han (Alaca Han'da)
- Lala Mustafa Paşa Kervansarayı
- Pamukçu Hanı
- Rüstem Paşa Hanı
- Buzlukbaşı Hanı
Osmanlılarda Ticari Yollar Şebekesi: Osmanlılar İstanbul merkez olmak üzere ülkeyi önce Rumeli ve Anadolu ciheti olarak iki bölgeye ayırmış, sonra her bölgeyi de Sağ Orta ve Sol Kol olarak bütün yol şebekesini bu 6 anayola bağlamışlar dır. İstanbul'dan başlayan bu yolların istikametleri şöyledir:
Rumeli cihetinde Sağ Kol (Vize-Aydos-İsmail-Akkirman-Özi Kırım), Orta Kol (İzmît-Sofya-Niş-Belgrad- ….) ve Sol Kol (Tekirdağ Malkara-Dimetoka-Selânik-….).
Anadolu cihetinde Sağ Kol (Eskişehir-Konya-Adana-Antakya… Orta Kol (İzmit- Bolu-Merzifon- Tokat- Sivas-Malatya- Diyarbakır-Musul-Kerkük-Bağdad -Basra ….), Sol Kol (Merzifon'da Orta Kol'dan ayrılarak Erzurum-Kars-Tebriz).
Bu yollar üzerinde arazinin topografyasına göre 3 ilâ 18 saat aralıklarla değişen menzilhâneler kurulmuştur.
Ayrıca bazıları yüzyıllardır kullanılan “kuzey kervan yolu İstanbul - Bolu - Amasya - Tokat - Şebinkarahisar - Erzurum - İran, Kayseri yolu Sapanca - Geyve - Beypazarı - Ankara - Kayseri, Hac yolu (Şam üzerinden Mekke ve Medine'ye ulaşır), Bursa - İzmir yolu, Bursa -Çanakkale yolu gibi ticaret yollan da vardır. Bunların üzerinde menzilhanelerden ayrı her biri bir kale niteliğinde sivil konaklama tesisleri olan kervansaraylar ve hanlar bulunur. Ayrıca dağ başlan, tehlikeli geçitler gibi ulaşılması zor, ıssız noktalarda yol emniyetini sağlayan bir de derbent teşkilatı vardır.
Karayollarını kesen nehirlerin köprü yapımına imkân vermeyen bölümlerinde karşılıklı geçişler için çoğu kez bedava yararlanılan vakıf gemiler işletilmiştir.
Osmanlılarda Ticari Ulaşım Muhafazası: Koruyucu Dervişler: Ulaşım güvenliğinin sağlanması için zaviyeler yaptırılmış ve buralarda dervişler görevlendirilmiştir.
Koruyucu Derbendler: Sonraları bu amaçla derbent teşkilatı oluşturulmuş, Anadolu'da 2.288 ve Rumeli'de 2.906 aile, avarız vergilerinden muaf tutularak bu işle görevlendirilmiştir.
Derbentler, bir bölgenin ve yolun emniyetinin sağlanması bakımından önemli bir tesis olmaları yanında, ıssız yerlerin şenlendirilmesi için iskan vasıtası olarak ta kullanılmışlardır.
Derbentler iki çeşitti: Birincileri yurtluk ve ocaklık şeklinde tımar sistemi içerisinde kullanılan derbentler, ikincileri vergi muafiyetleri usulü ile kurulan derbentlerdir. Bu ikinciler vakıf, has veya boş topraklar üzerinde kurulmaktadır.
Bir başka açıdan derbentler kale mahiyetinde olanlar, vakıf şeklinde bulunanlar, han ve kervansaray olarak kullanılanlar, köprü civarlarında bulunanlar olarak kısımlara ayrılabilirler.
Derbentler, XVII. yüzyıldan itibaren kırsal kesimde güvenliğin azalmasına paralel olarak, bozulmaya başlamışlar, görevlerini yapamaz duruma düşmüşler ve askeri mahiyette olanları hariç, yerlerini bırakmışlardır. Bu durum da güvenliğin ortadan kalkmasına ve çevre köy hatta kasaba ahalilerinin eşkıya baskınlarından korunmak için yerlerini terk etmelerine yol açmıştır. Devlet XVIII. yüzyıl başlarından itibaren bu bozuk duruma müdahale ederek derbent ahalisini eski yerlerine yerleştirmeye veya yeni ahali sevk etmeye başladı.
Osmanlılarda Ticari Posta ve Yol Murakabesi: Resmî haberleşme, “ulak teşkilâtıyla sağlanırdı. Başlangıçta iyi ata binen tatarlar arasından seçildikleri için kendilerine “tatar” denilen bu ulaklara sonraları “sâî, haberci, postacı” da denilmiştir. Kendilerine mahsus elbise ve kalpak giyerlerdi. Bu elbiselerin başkaları tarafından giyilmesi yasaktı. Bir ulak güzergâhın topografyası, yol üzerinde su kuyuları, meskûn yerler bulunup bulunmaması, menzillerin ve atların durumuna göre ve namaz vakitleri hesaba katılırsa günde 12 ilâ 48 mil gidebilirdi. Bunlar askerî yollar üzerindeki menzilhanelerden beygir değiştirmek, ihtiyaç gidermek için yararlanırlardı. Her menzilde yorgun hayvan ve ulak değiştirilirdi. Ama haberler gizli ve önemli ise ulaklar değiştirilmezdi.
Menzil teşkilâtı özel haberleşme için kullanılmazdı. 50-60 ulağı olan vezir daireleri vardı. Ulaklar yolları üzerindeki şehir ve kasabalarda ahaliyi Şer'î mahkemelere toplayarak taşıdıkları ferman ve hükümleri okuturlardı. Taşradan merkeze gönderilen evrakı da yine ulaklar getirirdi. Özel haberleşme sâî'lerle yapılırdı. Bunlara da yaptıkları hizmet karşılığı ücret ödenirdi.
1839 yılında menzil teşkilâtı terk edilerek posta teşkilâtı kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda deniz taşımacılığının iskeleleri Karadeniz kıyılarında, Akdeniz cihetinde ise Mora'ya ulaşan sahillerde ve Cebel-i Tarık'a kadar uzanan Ege, Kuzey Afrika kıyılarında sıralanmışlardır. Bu iskeleler menzilhânelerin ilga olmasından sonra kurulan posta teşkilatı için kullanılmışlardır. Posta teşkilatıyla beraber menzil teşkilatı ortadan kaldırıldığından, Osmanlı ülkesi içinde büyük devletlerin postaları da Osmanlı postalarının kullandığı yollar ve imkânlardan yararlanabiliyorlardı. Üstelik Batılı posta teşkilatları daha deneyimliydi. Ayrıca Avrupa'dan ülkemize mektup, gazete ve dergi gönderen gayrimüslimler ve Jöntürklerce de tercih edildiklerinden rekabette üstünlük sağlamışlardı.
OSMANLILAR DEVRİNDE DÜNYA VE TİCARET
Resmi adı “Ed - Devle El- Aliyye El-Usmaniye” olan Osmanlı Devleti devrinde Konya için bir şey değişmedi, çünkü bunlar Türk kavimlerinden olup sünni müslüman kimselerdi. Bu memleketlerin Osmanlı hâkimiyetine girmek sanki bu yöre halkının isteğiydi. Bu sebepten Osmanlılar ticaretten, medeni, dini hayattan bir inkilâb yapmamışlardı.
Karamanoğulları başka bir cihetten işaret alarak Osmanlının büyümesine engel olmak istediler ise de başaramadılar. Ve böylece Konya mahalli bir vilayete başkent olmaktan çıkıp cihan şümul bir devlete bir eyalet oldu.
Bu cihan şümul devlet ile yek parça haline gelen Anadolu ve Konya eski hayatına devam etmişti.Karayolu ticaretin devamına gereken kervan sarayları,yol köprü inşaları devam ede gelmişti.
Bu devletin himmeti ile yeni çarşılar ve pazarlar kurulmuştu. Hatta devletin sahası büyümesinden dolayı da ticaret daha geniş yerlere uzanmıştı.
Malumdur ki, ticari malların nakli, insanların ve hayvanların sırtlarında taşınmakla başlamıştı. Sonraları ırmaklarda, göllerde ve denizlerde yelkenli gemiler kullanılırdı. Binlerce yıldan beri eşyanın ulaşımı, değişmez bir şekilde daima aynı hızla, yani karadan at,katır ve deve gibi hayvan sırtında kervanlarla nakledilir ve karadan denize gelinince gemilere aktarılırdı.
Bir kaç on yıl içinde, sürat devri gelip yerleşti.
Önce Buhar, ticaret âleminde belirdi. Ve 19. yüz yıl başlarında yaygınlaştı.
1824 den itibaren demir yolu mesafeleri kısalttı ve Lokomotifler ağır katarları çeker hale geldi.Demiryolu şebekesi genişletildi ve dünyayı sardı…Buharlı gemi eşyanın naklini daha çabuklaştırdı.
Geçen yüzyılın sonunda yeni icadlar ve petrolün kullanılması,yollara daha bir canlılık getirdi. Şiddetli bir rekabet kamyonla lokomotifi birbirine düşürdü.
1919 dan sonda Havacılık gelişti, 1950'lerde Uzak Doğuya uçar oldu.
Haberleşme araçlarındaki gelişme, aynı tempoyu izledi. 1832 yılında Mors telgraf alfabesi icad edildi.
1878 yılında Okyanus dibine ilk kablo çekildi. Yeryüzü git gide daha yoğun çeşitli Kara, Deniz ve Hava ulaşım araçlarıyla çevrelendi. Okyanusların arasında kanalların, Alplerde tünellerin açılması büyük karayollarının inşası mesafeleri iyice kısalttı.Bununla paralel olarak mübadelelerde de bir hacim çoğalması görüldü… Ağırlıkları yüzünden 19. yüzyıl başından önce taşınması mümkün olmayan mallar, milletler arası yollarda görülmeye başladı.
Osmanlıların döneminin büyük bir kısmı bu icadların devri sayılır.
Osmanlı da büyük inkişafa soyundu. Kendisi de bir taraftan icadetti.
Diğer taraftan Avrupa'nın icadlarından faydalandı.
Denizlerinde Buharlı, petrollü gemiler çalıştırdı.
Tiren yollarınım döşetti. Berlin - Medine-i Münevvere'ye kadar ulaşan hatlar kurdu. Osmanlı Uçakları İstanbul - Kahire arası uçuş düzenledi.
Fakat koca çınarın milleti kendi kendini gereği kadar yenileyemedi. Ve bu çınarın budanmasına ve gövdesinin kesilmesine sebep oldu…
Ama kökü sökülmedi. Cumhuriyet kuruldu ve büyük bir hamleyle aşırı ilerleme ile bugünkü muasır devletler seviyesini geçti.
KAYNAKÇA
1- Midhat Altan; Konya'nın İktisadî Bünyesine Bir Bakış, 1940
2- Mehmet Eminoğlu, Konya Ticaret Teşkilâtı, KTO Yayınları, No: 16
3- Sakaoğlu Necdet, Akbayar Nuri; Osmanlıda Zana'atten Sanata, Körfezbank, İstanbul 1998