Taş Plaktan Günümüze…


Plaklar benim çocukluğumun birer oyuncakları idi. 70’lerin sonunda biraz da yaramaz bir çocuk olmam sebebiyle Malatya’da oturduğumuz dört katlı apartmanın terasından boşluğa zevkle belki yüzlerce 45’liği frizby gibi savurmuşluğum var. Tabi ki bu yaramazlığımın cezası günün şartlarına göre hemen verildi, çünkü o günün çok kıymetli şeyleriydi renga renk plaklar…
Her akşam ailece huşu içinde dinlediğimiz o birbirinden güzel plaklar zamanla kasetlerin çıkmasıyla önemsiz hale geldi.

Yıllar sonra müzikle ilgilenmeye başlayınca plak dinlemek ve bu plakları koleksiyon haline getirmek merakı da bende bir hayli ilerledi. 2000’li yıllarda plaklar benim için yeniden cazibeli ve çok şaşaalı objeler olarak gündeme geldi. bu sefer ailemin 70’lerde dinlediği plakların çok temizlerini bütçem elverdiği nispette almaya başladım. Eskicilerden, antikacılardan veya elinde plak olup da pikabı olmayanlardan derleyip toparlayarak aldığım bu plakları temizleyip dinlemek en büyük zevkim haline geldi.


O dönemde plak yapıp satan bir çok firma ve bu firmaların değişik logoları, renkleri ve de yazı karakterleri vardı. Büyük firmaların logoları günün şartlarına göre ustaca hazırlanmış; bazı firmalar ise küçük çaplı olduklarından logoları da pek derme çatmadır. Zaman zaman değişik plaklar da çıkmamış değil. 60’lı yılların sonunda kartpostal plaklar oldukça moda. Bildiğimiz tebrik kartlarına plastik bir zemin üzerine bir yüzü dinlenebilecek şekilde yalnızca bir şarkı kaydedilmiş. Bu plakların ön yüzünde ayrıca ünlü bir ressama ait tabloların tıpkı basımları var. Arka yüzü ise bir tebrik kartının özelliğine sahip, yazıyorsunuz ve postaya atıyorsunuz. Yani sevdiklerinize hem kart yolluyorsunuz hem de bir plak. Dinledikçe de sizi hatırlamaları için.
Coşkun plak markasıyla çıkan firmanın logosu öten bir bülbül, Pathe firmasındaki öten horoz, Arya firmasındaki zeminde gitar olan melek çocuk, Grafson firmasındaki lir resmi, sahibinin sesi firmasındaki gramofon dinleyen köpek (buna ayrıca köpek marka denir), Odeon firmasındaki lahit şeklinde bina, Philips firmasında ise Philips yazılı arma, Netfon firmasında yandan vesikalık görünen uzun saçlı bir genç kız resmi, Mahinur firmasında MC Harfleri, Gündoğdu Plak firmasında yuvarlak içinde yelkenli gemi, Columbia firmasında nota resmi, Atlas firmasında yuvarlak içinde Atlas yazısı, Doğan Plak firmasında sırt sırta gelmiş dp harfleri, Şahinler firmasında yazı üzerinde bir kartal tasviri, Işık Plak firmasında deniz feneri çizimi, Taç Plak firmasında bir kartal tacı, Urfanın Sesi plak firmasında Urfanın uzaktan görünümü, Polydor firmasında yarım plak çizimi, Saner Plak firmasında S Harfi, Elenor Plak firmasında yuvarlak içinde dünyanın bir yarısı bir diğer yarısında ise e şeklinde tasarlanmış bir kuş resmi, Türküola firmasında yazının O harfi bir dünya şeklinde, As Plak firmasında AS Sembol Plak firmasında S harfinin alt kuyruğu içinde plak resmi çizimi ile görünümü gramofona benzetilmiş, Orfeon Plak firmasında ise tarihi bir görünüm var.


Pikabınıza herhangi bir plak koyduğunuzda, fonda hafiften gelen cızırtıyla birlikte sizi başka alemlere götüren bir şarkı veya türkü terennüme başlar. Hayalinizde bambaşka duygu haleleri uçuşur. Bazen gözleriniz nemlenir, bazen katıla, katıla gülmekten bir hal olur, bazen de kalkıp oynayasınız gelir bir oyun havası çalarken. Bir plağı defalarca dinlediğim olmuştur. Zamanın en güzel kayıt ve okuyuş özellikleri taşıyan bu kaynak eserlerin bugün özenle korunup tekrar yeni tekniklerle günümüz dinleyicisi ile buluşması en büyük temennimizdir.


Bir gün arkadaş toplantılarında ve komşu oturmalarında koltuğunun altında bir pikap, elinde ise beslenme çantasına benzeyen plak çantasıyla birinin geldiğini görürseniz şaşırmayın. Bu kişi sizi 40 ile 100 yıl öteye götürecek. Orijinal kayıtlarla mest edecektir eğer kulağınız müziğe aşina ise.
Bir de plakların üzerinde küçük, küçük notlar var zaman zaman. “Kıymetli kardeşime en derin sevgilerimle…, biricik anneme…, Pek muhterem arkadaşıma…, Özçalık ailesine sevgilerle…, sevgili arkadaşıma 1973 hatırası…, Bu şarkı ikimizin…, benden sana yadigar…, Bu şarkıyı dinledikçe beni hatırla…” diye. Farklı zamanlarda ve farklı el yazılarıyla yazılmış bu plaklar ayrıca bir önemli şey… Bazen sanatçıların hayranları için imzalamış oldukları plaklardaki imzalar oldukça şık ve etkileyicidir.


Ayrıca plaklar üzerindeki sanatçı resimleri oldukça etkileyici. Dönemin giyim kuşam modasını, saç kesimini, favori bırakma, bıyıkların şekli, gömleklerin kaç düğme açıldığını, eski şehir fotoğraflarını, umut dolu genç sanatçıların fotoğrafları zamanın tünelinden günümüze kadar plaklar sayesinde gelmektedir.


Ve taş plaklar, geçmişe yolculuğun en gizemli kaynakları. O dönemin Türkiye’sinde bu plakların ilkeleri yurt dışında yapılmış. Tanburi Cemil Bey, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan, Enver Demirbağ, Nezahat Bayram, Sevim Tanürek, Ürgüplü Refik Başaran, Saadettin Kaynak, Hafız Burhan, Celal Güzelses, Malatyalı Fahri, Sabile Tur Gülerman, Perihan Altındağ Sözeri, Aleaddin Yavaşça, Zeki Müren, Ahmet Üstün, Behiye Aksoy, Aşık Veysel, Nadir Duyguluses, Kemal Gürses, Şadan Adanalı, Mualla Mukadder, Sevim Deran, Neşe Karaböcek, Şükran Özer Doruk, Fatma Türkan Yamacı, Muzaffer Akgün, Neriman Altındağ Tüfekçi, Adnan Pekak, Münir Nurettin Selçuk gibi üstadları dinlerken günümüz müziğinin ne derece yozlaşmış ve kalitesinin düşmüş olduğunu da anlamış oluyoruz.
Çeşitli dönemlerde çıkan bu plakların devirleri de birbirinden farklıdır. 16, 78, 45, 33 devirli plakların ilki haricindeki plakları bulup dinleme imkanına sahip oldum. 78 devir; taş plaklarda, 45 devir plaklar da plastik malzemeden yapılmış ve 78’lik plaklar gibi her iki yüzünde birer şarkı mevcuttur. 33’lüklerde (Long Play) her yüzünde 6 şarkı vardır. Dolayısıyla plak silsilesinde en son çıkan 33 devirli plaklar da elimizde mevcuttur.


Teknolojinin inanılmaz bir hızla gelişmesi ile plaklar yerini yavaş, yavaş şeritli manyetik kayıtlara, MD’lere, kasetlere, CD’lere derken günümüzde ise MP3 veya Track yani dijital ses kayıtlarına kadar gelmişir. Bu ses kayıtları da; içinde hafıza çipi ve ses aygıtları bulunduran elektronik cihazlarla çalınmaktadır.

Konyalı Yaşayan Bir Âşık: ÂŞIK MERAMÎ VE ŞİİRLERİ

Gerek yetiştirdiği âşıkların çokluğu, gerek geleneğin beslendiği kaynakların zenginliği ve bir dönem burada faaliyet gösteren âşık kahvelerinin varlığıyla Konya ilimiz, Anadolu âşıklık geleneği içerisinde müstesna bir yere sahiptir. Konya’nın tarihî ve dinî kimliği uzun yıllar boyunca bir arada yaşamış ve bu mozaik de, burada gelişen âşık edebiyatına, sanatkârların eğitimleri ve konu dağarcıkları ölçüsünde yansımıştır. Öyle ki, burada gelişen âşık edebiyatı; tarihî devirlerden gelen ozanlık geleneğinden, burada filizlenip tüm dünyaya yayılan ve halkla iç içe yaşayan Mevlevî geleneğinden veya bu geleneğin çevresinde gelişen dinî-tasavvufî Türk edebiyatından ve Konya’ya özgü olan mahallî eğlence kültürü olarak adlandıracağımız âşık meclisleri ve oturak âlemlerinden beslenmiş ve bu kaynak zenginliği de, bu çevrede gelişen âşık edebiyatının şekil ve muhteva açılarından zengin bir birikime kavuşmasını sağlamıştır. Sonuç itibariyle; Konya bu tarihî, dinî ve mahallî kimliğiyle özgün bir âşıklık geleneği merkezi olmuştur. Konya; bu tarihî misyonunu, 1966 yılından beri, 41 yıldır süregelen Âşıklar Bayramı’yla bugün de yaşatmaktadır. *** Konya’da âşıklık geleneği tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Mahmut Ragıp Gazimihal’in görüşleri dikkat çekicidir. Gazimihal, Konya’da âşıklık geleneğinin zenginliğiyle ilgili olarak Konya’da Musiki (1947) adlı eserinde şöyle demektedir: “Selçukî Konyası’nda kopuzlu ozanların şölenlerde erlik destanları okuduklarını en eski kaynaklara dayanarak kitabımızın ikinci bölümünde söylemiştik. Henüz o asırlarda Türkçe sözlerle perdesazlık etmek geleneğini yaşatmış olan işte bu ozanlar, asıl Oğuz halk musikisinin yolunda yürüyor, uğurunda çalışıyorlar. Var olsunlar. Yaşama gücünü kendi iç zenginliğinden ve güzelliğinden alan bir varlık… Coşkun âşıklar Konya bölgesinde hiçbir asırda eksik olmamış. Geçen asırdan Koca Ahmed, ustası olduğu sazını boynuna vurarak diyar diyar dolaşmış. İmam Yahya’ya vurgunluğundan Kerbelâ’ya kadar giderek orada ölmüş… On iki yaşındayken saz çalıp şiirler söylemeye başlayan Emine Hanım daha seyrek yetişen kadın saz şairlerindendi… Parmaksız lâkabıyla tanınan şair Cemalî (Ahmet), Cevlanî, Feşânî, Gufranî, Hasan Hüseyin, Hikmetî, Kemterî, Kenzî (ki sazıyla diyar diyar dolaşarak daimî surette âşıklarla temasta kalan iyi bir Karamanlı sazcıymış), Lokmanî, Merdanî, Bektaşi nefesleri bulunan Rıza Efendi, Âşık Mehmet, Şevkî, eşsiz sazını padişaha da beğendiren Şem’î, keza padişahın beğendiği Silleli Surûrî, kardeşi kör Zehrî hep şiirler bırakmış, sazdaki ustalıkları hatıralarda yaşamış halk musikicileridir. Birtakımları da, başka çalgılar kullanarak okumakla tanındılar. Düğünlerde tef çalarak ağıt söyleyen Saliha Abla (Seydişehirli), gençliğinde keman çalarak güzel sesini kullanmış olan Nigârî (Silleli), Gülizar Hanım bu cümleden olan halk şairlerindendi… Şiir söylemedikleri için unutulup giden sazcıların sayısı şüphesiz ki daha da çoktu. Halk şairinin kendi şiirlerini sesle okuyarak tanıtması, bunun için de, sesine kendi sazıyla yoldaşlık etmeye koyulması biraz da ümmîliğin icaplarından olarak doğmuş ve tutunmuş bir gelenektir. O bölgedeki saz şairliği yalnız Konya merkezinin inhisarında kalmamış, görünüşe göre, hele Sille her nedense pek verimli olmuştur. Konya bölgesinin yanık gönüllülerle dopdolu bulunması sanat ilerisi bakımından pek önemlidir.” (Gazimihal, 1947: 45-46). Konya’da âşık ve saz ustaları yüzyıllar boyunca varolagelmiştir. Gazimihal bu konuda, “Görülüyor ki unutulmuş veya ikinci kuvvette görülmüş olanların adları eksik kalmış bulunmasına rağmen, Konyalı âşıkların ve saz ustalarının listesi -birçok asrı saran hâliyle- oldukça uzun sürebilmektedir.” demekte ve Konya’daki âşıklık geleneğinin köklü varlığına ve canlılığına işaret etmektedir (Gazimihal, 1947: 60). *** Biz bu küçük yazımızda, kaynağı Selçuklular dönemine kadar uzanan Konya âşıklık geleneğinin günümüze uzanan bir temsilcisini tanıtacağız. Yazımızı, 2005 yılında, 14 Nisan tarihinde savunduğumuz Konya Âşıklık Geleneği ve Âşık Ataroğlu Hayatı-Sanatı-Şiirleri-Şiirlerinin Tahlili adlı doktora tezimizden ve âşığın kendisiyle yaptığımız röportajımızdan yararlanarak hazırladık. Âşık Meramî (Seyfi YILDIZ): Seyfi Yıldız, 15.02.1965 tarihinde, Konya’nın Kadınhanı ilçesine bağlı Sarıkaya köyünde Alibey Yaylası’nda doğmuştur. İlkokuldan sonra okuma imkânı bulamayan Seyfi, kendi gayretleriyle dışarıdan ortaokulu bitirir. On üç-on dört yaşlarında radyoda dinlediği Karaca Oğlan ve Âşık Veysel türkülerinden çok etkilenen Seyfi, aynı yıllarda şiire ilgi duymaya başlar. Bu yıllarda birçok şiir yazan Seyfi bunların değerini bilemediğini, bu yüzden de yıllarca eline kalem kâğıt alamadığını itiraf etmektedir. 1980 yılında, Konya’ya gelmesiyle hayatında yeni bir dönem başlar ve burada saz dersleri alır, içindeki şiir hasretini yeniden canlandırma imkânı bulur. 1999 yılında, Âşık Zikri Aliyâr’la tanışır ve ondan halk şiiri ile ilgili ilk teknik bilgileri alır. Zikri Aliyâr’dan öğrendikleriyle şiirlerine yeni bir düzen getirir ve âşık meclislerine girmeye başlar. Zikri Alyar’ın, nihayet Feyzi Halıcı ile tanıştırmasıyla Seyfi Yıldız’ın hayatında yeni bir sayfa açılır ve Halıcı’nın takdirini kazanır. Halıcı’nın, Seyfi Yıldız’ın şiirlerini Çağrı dergisinde yayımlatmasıyla âşık, bütün şiirlerini yeniden ele almaya başlar. Kusurlarını düzeltir, kafiye ve redif konularında daha seçici davranmaya çalışır. Bu arada, atışma yapmayı bile öğrendiğini ifade eden Seyfi Yıldız, ustasının verdiği Meramî mahlâsını beğenerek kullanır. Bunun yanında o, Âşık Meramî, Âşık Seyfi Meramî, Seyfi Meramî gibi mâhlasları da kullanmaktadır. Gençlik döneminde yazdığı bir tomar şiiri babasının kızgınlıkla yakmasına hâlâ içerleyen Seyfi, bu sıralar eski tarihli şiirlerini toplayıp düzenlemekle meşgul oluyor. Bu döneme ait aşk ve tabiat konulu şiirlerinin çoğu kaybolmuştur. Konya’da yapılmakta olan Türkiye (Konya) Âşıklar Bayramı’na da ilk defa, 2003 yılında katılmış ve okuduğu Mevlâna adlı şiiriyle jüri heyetinin ve bütün izleyicilerinin takdirini kazanmıştır. Bu şiirin bir dörtlüğü şöyledir: Sözleri dolu mana, Rehber olmuş cihana, Doğru yolu insana, Sunar imiş Mevlâna. (Arşivimizden) Âşığımızın konu dağarcığına gelince, daha çok dinî ve tasavvufî şiirler yazmaktadır. Meramî, tasavvufî konular dışında; aşk, tabiat, gurbet, ölüm, günlük olaylar, millî ve dinî konulara da şiirlerinde yer vermiş ve bu konularda da son derece güzel örnekler vermiştir. Onun üç ayrı şiirinden birer dörtlük verelim: Sonbahar gelince boynunu büker, Yaprağını sessiz sedasız döker, Sanki aşılmaz bir derdi var çeker, Yas mı tutar bilmem güze ağaçlar. (Ağaçlar/8. dörtlük) Sinir sistemine darbe indirir, Kanser diyarın mesaj gönderir, Teselli veririm diye kandırır, Arkadan çelmeyi takar sigara. (Sigara/3. dörtlük) Koskoca bina üst üste yığıldı, Tozu dumanı her yana dağıldı, Enkaz deryasında canlar boğuldu, Her gözden yaş döktü Zümrüt Sitesi. (Zümrüt Sitesi/ 2. dörtlük) Şiirlerini hecenin 11’li ölçüsünde yazan Meramî’nin az sayıda da olsa 7’li ve 8’li hece ölçüsüyle de şiirleri bulunmaktadır. 70-80 civarında şiiri vardır. Evli ve dört çocuk sahibi olan Meramî, merkez Karatay ilçesinde etliekmek fırını işletmektedir. Aşağıda, Meramî’nin üç şiirine yer veriyoruz: 1. EY GÖNÜL Bu fâni âlemde ölüm var, uyan, Gaflet uykusuna dalma ey gönül! Bâkî olan yüce Allah’a dayan, Dünyaya bağlanıp kalma ey gönül! Kapılıp gitme zevk sefa seline, Sonun hüsran olur acı hâline, Arzusu bitmeyen nefsin eline, Kendini bırakıp salma ey gönül! Haram karıştırma helâl aşına, Türlü dertler açar dertsiz başına, Devir döner çıkar gelir karşına, Mazlumun ahını alma ey gönül! İnsanlara yüzün daima gülsün, Sen iyilik yap Hak Teala bilsin, İster dostun ister düşmanın olsun, Hiç kimseye kara çalma ey gönül! Bu hayatın gülü er geç solacak, Herkes ektiğini biçip alacak, Yarın başkasına miras kalacak, Malın ile mağrur olma ey gönül! Çevirme kapına gelen muhtacı, Yetimi sevindir, yoksula acı, Defalarca varıp olsan da hacı, Kalpten merhameti silme ey gönül! Günde beş kez buluş Cenabı Hak’la, Gururdan kibirden gönlünü pakla, Bir derdin var ise kendini yokla, Suçu kaderinde bulma ey gönül! Seyfi Meramî der sığın Mevlâ’ya, Esir olma yalan yanlış davaya, Sırat köprüsünde kalırsın yaya, Aman kul hakkıyla ölme ey gönül! (Arşivimizden)

2. ÇEKTİĞİM Gâhî durulursun gâhî coşarsın, Gönül nedir benim senden çektiğim? Gâhî menzil bulur gâhî şaşarsın, Gönül nedir benim senden çektiğim? Gâhî kâr edersin gâhî zararda, Gâhî buradasın gâhî firarda, Gâhî muallakta gâhî kararda , Gönül nedir benim senden çektiğim? Gâhî avam olur, gâhî Âlimsin, Gâhî merhametli, gâhî zâlimsin, Gâhî zehir olur, gâhî balımsın, Gönül nedir benim senden çektiğim? Gâhî sevda çeker, gâhî nazlısın, Gâhî kış olursun gâhî yazlısın, Gâhî hiç devinmez, gâhî hızlısın, Gönül nedir benim senden çektiğim? Gâhî Meramî’sin, gâhî fırıncı, Gâhî kapkarasın, gâhî turuncu, Gâhî tenekesin, gâhî bir inci, Gönül nedir benim senden çektiğim? (Arşivimizden)

3. KONYAMIZ Güzel Anadolu’m cennet misali, Şu cennetin has gülüdür Konya’mız. Çok şehir gezdim bence yok emsâli, Sevgi muhabbet selidir Konya’mız. Yeri göğü ilâhî feyiz dolmuş, Nice Hak dostlarına mekân olmuş, Yaradana vuslatı hedef almış, Giden kervanın yoludur Konya’mız. Bir zaman payitaht olmuş cihana, Medeniyet bahşetmiş dört bir yana, Adı sanı yazılmış çok destana, Tarihe geçmiş uludur Konya’mız. Her insana umut ışığı yakan, Bize hoşgörüyü miras bırakan, O güzel dergâhı mis gibi kokan, Pîr Mevlâna’nın ilidir Konya’mız. Şifadır suyu, toprağı, havası, Yurdumu besler verimkâr ovası, Takdire şayan biçilmez pahası, Bolluk bereket selidir Konya’mız. Selçuklu’dan bize yadigâr kalan, Şu Âşık Meramî’ye ilham olan, Hak’tan Habibi Ekrem’e sunulan Diyarı hicret elidir Konya’mız. (Arşivimizden) Not: Şiirler, 20.01.2008 tarihindeki görüşmemizde Meramî’den alınmıştır.

KAYNAKLAR AYVA, Aziz (2005), Konya Âşıklık Geleneği ve Âşık Ataroğlu Hayatı-Sanatı-Şiirleri-Şiirlerinin Tahlili, Konya, 2 Cilt, Konya, XXIII + 1196 s. Danışman: Doç. Dr. Metin ERGUN, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi). GAZİMİHAL, Mahmut Ragıp (1947), Konya’da Musiki, 1947.

Son Nüfus Sayımı Ve Konya'ya Etkileri


Giriş
Türkiye 7 yıl aradan sonra yeniden sayıldı. Sayım sonuçları bazı illeri sevindirirken bazılarını üzdü. Bazı illerde beklenenin üzerinde bir rakam çıkarken bazılarında beklenenin altında çıktı. Sayım sonuçlarının ilimizi nasıl etkilediğinden bahsetmeden önce yeni sistemden biraz bahsetmek yerinde olacaktır.
Ülkemizde, sonuncusu 2000 yılında olmak üzere bugüne kadar 14 Genel Nüfus Sayımı yapılmıştır. Sokağa çıkma yasağı uygulanarak bir günde yapılan bu sayımlarda, kişiler sayım günü bulundukları yerde, yani de facto yöntemine göre sayılmışlardı. 2006 yılında çıkarılan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile ülkemizdeki nüfus sayımlarının da veri kaynağını oluşturacak yeni bir sistem kuruldu. Bu yeni sistemde yapılan sayımın sonuçları pek çok il için yeni düzenlemeleri gerektirecek gibi görünüyor.
1. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nedir?
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi adı verilen bu sistemde öncelikle 5490 Sayılı Kanun'da da öngörüldüğü gibi ülkemizdeki tüm adres bilgilerinin kaydedildiği Ulusal Adres Veri Tabanı oluşturuldu. Yerleşim yerlerindeki bütün adresler, anketörler tarafından tek tek ziyaret edilerek bilgi formları toplandı. TÜİK tarafından geliştirilen web tabanlı program ile, alanda tespit edilen ikamet adres bilgileri, MERNİS kayıtları ile T.C. kimlik numarası kullanılarak elektronik ortamda eşleştirildi. Türkiye'de ikamet eden yabancıların bilgileri ise pasaport numarası kullanılarak ikamet ettikleri adresler ile ilişkilendirildi ve ayrı bir veri tabanı oluşturuldu. Eşleştirme işlemi tamamlandıktan sonra ikamet adreslerine göre kişisel bilgileri içeren adres listeleri, kişilerin kontrol etmeleri için Kanun gereği 60 gün süreyle mahalle/köy muhtarlıklarında askıya çıkarıldı. Askı süresince, muhtarlıkların yanı sıra TÜİK'in web sayfasından da vatandaşlara ikamet adreslerinin doğruluğunu kontrol etme imkanı sağlandı. Böylece, nüfus sayımlarında yaşanan mükerrer kayıt ya da kayıt olmama gibi sorunların ortadan kaldırılması sağlandı.
Kamu kurum ve kuruluşları adrese yönelik tüm idari işlemlerinde artık bu sistemi kullanacak, yerleşim yerleri ayrımında nüfusun büyüklüğü ve temel nitelikleri hakkında güncel bilgiler de bu sistemden elde edilecek. Ülkemizin nüfusuna ilişkin bilgiler, sadece on yılda bir yapılan nüfus sayımları yerine, “de jure” yöntemi olarak bilinen ikamet adresine dayalı olarak her yıl TÜİK tarafından yayımlanacak. ADNKS İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne devredildi ve sitemin güncelliğinin ve devamlılığının sağlanması Bakanlığın görevi dahilinde.
2. Nüfus Sonuçları ve Etkileri
2.1. Türkiye
1927 yılından 1990 yılına kadar her 5 yılda bir düzenli olarak yapılan nüfus sonuçlarına baktığımızda, 1927 yılında 13 milyon 648 bin 270 olan Türkiye nüfusunun 2000 yılında 67 milyon 803 bin 927'ye ulaştığını görmekteyiz.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ile yapılan ilk nüfus sayım sonuçlarına göre ise 31 Aralık 2007 tarihi itibariyle Türkiye nüfusu 70,586,256 kişidir.
Nüfusun 35,376,533'ünü erkek, 35,209,723'ünü ise kadınlar oluşturmaktadır. Ülkemizde ikamet eden nüfusun % 70.5'i şehirlerde yaşamaktadır. Şehir nüfusu (il ve ilçe merkezlerinde ikamet eden nüfus) 49,747,859, köy nüfusu (bucak ve köylerde ikamet eden nüfus) ise 20,838,397 kişidir. Şehirlerde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il % 92.7 ile Ankara, en düşük olduğu il ise % 31.8 ile Ardahan'dır.
Ülkemizde ortanca yaş 28.3'tür. Ortanca yaş erkeklerde 27.7 iken, kadınlarda 28.8'dir. Şehirlerde ikamet edenlerin ortanca yaşı 28.4, köylerde ise 27.9'dur. 1564 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun %66.5'ini oluşturmaktadır. Ülkemiz nüfusunun %26.4'ü 014 yaş grubunda, %7.1'i ise 65 ve daha yukarı yaş grubundadır.
2.2. Konya
Adrese dayalı nüfus sayım sonuçlarına göre, Konya il nüfusu ise 1 milyon 959 bin 82 olarak ortaya çıktı. 2000 yılı nüfus sayımına göre 2 milyon 192 bin olan Konya'nın nüfusu, yapılan son açıklamayla 2 milyonun altına düşmüş oldu.
2000 nüfus sayım sonuçlarına göre Konya'da şehir nüfusu 1 milyon 294 bin 817, köy nüfusu 897 bin 349 iken, 2007 sayım sonuçlarına göre şehir nüfusu 1 milyon 412 bin 343, köy nüfusu ise 546 bin 739 kişidir. Şehirde yaşayanların oranı %59, köyde yaşayanların oranı %41'dir. Şehirdeki nüfusun 701 bin 737'si erkek, 710 bin 606'sı ise kadındır. Köy nüfusunun 266 bin 929'u erkek, 279 bin 810'u kadındır.
Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen bir kilometrekareye düşen kişi sayısı, Türkiye genelinde 92 iken, yüzölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya ilindeki nüfus yoğunluğu 50'dir.
Nüfusu en yüksek olan illerin başında İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana gelirken, Konya nüfus bakımından Türkiye'nin 6. büyük ili oldu.
Konya'nın en kalabalık ilçe merkezi Selçuklu, en az nüfusa sahip ilçe merkezi ise Ahırlı'dır. Konya'nın merkez 3 ilçesinin toplam nüfusu ise 967 bin 55'dir. 2000 nüfus sayımına göre kent merkezi nüfusunda %30 oranında bir artış oldu.
Genel sayımdaki düşüşün en önemli nedenlerinin başında yurt dışında yaşayan insanların kendi köyü ve beldesinde sürekli ikamet etmediği halde sayım kapsamına alınması geliyor.
Türkiye'nin yurt içi ve yurt dışı silah üretim merkezleri arasında yer alan Beyşehir ilçesine bağlı Üzümlü Kasabası, Konya'nın 31 ilçesinin 12'sinden daha fazla nüfusa sahip. 4 bin 444 kişilik nüfusa sahip Üzümlü Beldesi Hüyük, Derebucak, Ahırlı, Yalıhüyük, Derbent, Taşkent, Altınekin, Halkapınar, Akören, Çeltik, Hadim ve Tuzlukçu ilçelerini geride bıraktı. Bunun en önemli sebebi ise beldede işsizliği az olmasından ötürü göç vermeyip aksine göç alıyor olması. Genç nüfus beldede çalışıyor. Kasaba sanayisi gelişmiş bir yerleşim yeri. Silah sektöründe Türkiye'de iç ve dış piyasada bir çok firmayla çalışıyor ve bu firmalara silah satıyor. Bünyesinde bulundurduğu silah fabrikaları sayesinde işsizlik az. Beyşehir dahil olmak üzere çevre köy ve kasabalardan gençler buraya gelip iş imkanı bulabiliyorlar.
Coğrafi açıdan bakıldığında Türkiye'nin en büyük ili olan ve insanlık aleminin en eski yerleşim merkezi olarak Çatalhöyük'ü içinde barındıran Konya'da, son nüfus sayım sonuçları dengeleri değiştirecek.
Yeni sonuçlara göre, Konya'da 31 ilçeden 4'ü ve 205 beldeden 111'inin nüfusu 2 binden az. Bilindiği gibi nüfusu 2 binin altına düşen beldelerle ilgili 1994 yılında çıkan Belediyeler Yasasında; ''nüfusu 2 binin altına düşen belde belediyeleri, belediye olmaktan çıkarılır'' ifadesi yer alıyor. Ancak bu konuda yetki; üçlü kararnameyle İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanına ait. Şu ana kadar pek uygulanmadı. Bu kez uygulanıp uygulanmayacağını ise zaman gösterecek. Uygulanması durumda büyük bir ihtimalle belediye başkanları yakın beldelerle birleşme yoluna giderek belde kalmanın yollarını arayacak. Kapatılan belediyeler ise yasayla feshedilerek İl Özel İdaresine bağlanacak.
Aşağıdaki tabloda 1963'ten bu yana Konya'nın belediye sayısı görülmektedir. 1984, 1999 ve 2007 yıllarında bir önceki yıla göre azalma olduğunu görüyoruz.
Nüfusu azalan 44 belediyenin geliri de düşüyor. Yeni sonuçlar, nüfusu bir hayli düşen özellikle küçük ilçeler ve bazı illerin belediye paylarını da önemli ölçüde düşürecek. Şehirlerde yaşayanların sayısının değişmesi, özellikle altyapı yatırımları açısından büyük önem taşıyor. Çünkü illere yapılan yardımlardaki para tutarı nüfusuna göre ayarlanıyor.