Devlet Zoruyla Kurulan Bir İlçemiz: Karapınar

Konya Karapınar arası 95 km. Bu uzaklık Ereğli yakınlarına kadar tam bir çöl görüntüsü demek. Sağda Karadağ'ın, solda Bozdağ'ın görüntüsü arasında uzayıp giden bir çöl. Boz ile sarı renklerin, Karapınar'a yaklaşırken volkanik kumların siyah renginin hakim olduğu düzlükler sonsuz bir bıkkınlık hissi verir insana. Yo kenarlarındaki cılız akasya kümeleri de bozmaya yetmez bıkkınlık hissini. Arada bir tarlalarda görünen koyun sürüleri arkalarında bir toz bulutu bırakarak yitip giderler boşlukta.

Konya Çukurova arasında önemli bir noktada bulunan Karapınar'ın doğusundaki Karacadağ'da ve Karapınar çevresinde yerleşimler olmuş fakat bu bölgede Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar düzenli bir yerleşim olmamış. Selçuklular hiç kullanmamışlar bu yolu. Bu yüzden çevrede Selçuklu eseri yok. Zaten yolu kullanmaları da pek kolay değil. Yazın kurak, susuz çöl ortamı, kışın taban suyunun yükselmesiyle oluşan bataklıklar bu çevrede hem yerleşimi hem yolculukları güçleştirmektedir.

Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine giderken burada konaklamış. Bu konaklama sırasında çevre köylerde yaşayanlar çevredeki eşkıyalardan yakınmış, bir çözüm bulunmasını istemişler. Bu isteğin bir sonucu olarak bir Derbent köyü olarak Karapınar kurulmuş. Yani bir çeşit karakol olarak. İkinci Selim bir cami, imaret, han, hamam, 39 dükkan ve iki değirmenden oluşan bir külliye yaptırmış, çevredeki seksen dört köy ve mezranın yıllık gelirini buraya tahsis etmiş, ayrıca külliye yakınına yaptırılan dükkanlara Niğde, Aksaray gibi illerden sanatkar, esnaf getirilerek bunlar zorunlu iskana tabi tutulmuş. İkinci Selim'İn bu çabaları nedeniyle Karapınar bir süre Sultaniye olarak anılmış.

Karapınar'ın doğusundaki Karacadağ da Bizans döneminden kalma kale kalıntıları var. Oymalı ve Akören köylerinin çevresinde onbeş yer altı şehri ortaya çıkarılmış. Karapınarlı eğitimci, araştırmacı, rahmetli İbrahim Gündüz'ün tespitlerine göre Çumra ovasında olduğu gibi Karapınar çevresinde de birçok hüyük var. İlçenin ilk yerleşim yeri olan Ali Tepesi'de bir hüyük.
Karapınar'ın en büyük sorunu rüzgar erozyonu. Bu aslında bütün İç Anadolu'nun da sorunu. Ülkemizde erozyon tehlikesi olan bölgelerin başında Konya geliyor Konya çevresi. Bu yüzden zaman zaman dağılma tehlikesi geçirmiş ilçe.

Yanlış tarım, meraların yoğun otlatımı, yağışların yetersizliği rüzgar erozyonunu hızlandıran nedenler. 1960'lara doğru daha vahim bir hal almış durum.

Nail Okuyucu bir şiirinde o yılların Karapınar'ını şöyle anlatır: "Sarmış bir kuraklık kış ve yazını /Rüzgar semalara atar tozunu/Beyaz kumlar örtmüş, yerin yüzünü/Toprak belli değil, yol belli değil.

1962 yılında 160 bin dekarlık bir arazide erozyonla mücadele çalışmaları başlatılmış. Kepir tepesi çevresindeki kumullara kamış perdeler, tahta çitler çekilmiş, kuraklığa dayanıklı olan kavak, akasya, dişbudak ve çalı türleri dikilmiş. Günümüzde Karapınar Belediyesi ve İl Jandarma Komutanlığı İlçe çevresini ağaçlandırmak için yoğun olarak çaba harcıyorlar.
Ülkemizin önemli kuş alanlarından biri olan Ereğli Sazlığı Karapınar sınırında. Bu sazlığın su kaynakları kesildiği için sazlık büyük oranda kurumuş, sazlığın Karapınar tarafındaki arazileri çöl görünümü almıştır.

Bütün çöl görünümüne karşın Karapınar her zaman severek gittiğim beldelerimizden biri. O çölün ortasındaki doğal anıtlar, çölün mavi gözleri obruklar her zaman mucize bir güzellik gibi gelmiştir bana. İşin ilginç canlı, kıpır kıpır Karapınar çölü. Heran obruklar oluşuyor. Yavşan obruğu çok değil, beş yıl önce oluştu.

İlçenin simgelerinden biri 7 km. güneydoğusundaki Meke Gölü. Tuzlu suyu nedeniyle Meke Tuzlası da denilen Meke'de 1952 ye kadar tuz üretilmiş. Ortasında 140 mt. yüksekliğinde volkanik bir tepe var. Derinliği 1012 mt. olan suyu tuzlu ve sodalı olduğu için içilmeyen Meke amatör fotoğrafçılar için de inanılmaz görüntüler sunar. Acı göl suyunun iki metre ötesinde bir kuyu var ve suyu içilebilir.

Acı Göl Meke'nin kuzeyinde, ilçeye uzaklığı 8 km.
Meyil Obruğu, ilçeye 35 km. uzakta. Meyil Yaylasında.
Çıralı Göl, ilçeye 26 km. uzakta, Çıralı Yaylasında. Obruk gölünün kenarlarında insan eliyle oyulmuş mağaralar var. Gölün suyu tatlı ve balık tutulabiliyor.

İlçe sınırlarında yer alan Hotamış sazlığı artık tamamen kurumuş durumda. Ereğli Sazlığı sa can çekişiyor.

İlçenin tarım arazisinin ancak 4/1 inde sulu tarım yapılabiliyor. Küçükbaş hayvancılık yaygın. Bu yüzden Karapınar halı ve kilimleriyle ünlü. Son yıllarda şeker pancarı üretimi artmış. Karacadağ'ın eteğinde bir yerleşim yeri olan Yeşilyurt başka illere hırtlak ihraç eden bir belde.
Konya Etnografya Müzesi'nde 22 adet antika, Karapınar halı ve seccadesi var. Geçmişte bu dokümanlarda kökboyalar kullanılıyormuş.

İlçedeki önemli tarihi eserlerinden biri Sultan Selim Külliyesi. İlçeye ulaşım imkanları iyi ama en iyisi gurup gezisi. Çünkü volkanik göllere ve obruklara ulaşım imkanı yok. Acı Göl'ün kıyısındaki tesislerde yemek yenebilir. En iyi kamp alanı ise Acı Göl ve Ereğli Sazlığının Torosların eteğinde yer alan bölümleri.

Bir kış günü hafta sonu yolunuz Karapınar'a düşerse Yeşilyurt beldesine mutlaka gidin. Orada yapılan düğünler mutlaka ilginizi çekecektir.

Alaaddin Tepesi'ndeki Saat Kulesi'nin Yıkılışı

1919 senesi Martı'nda İngilizlerin İstanbul'u, aynı yılın Mayıs ayında Yunanlıların İzmir'i işgali üzerine Konya'daki Rumlar iyice şımarmış bu şımarıklığı daha da ileriye götürerek papazların da teşvikiyle aralarında kurdukları bir heyeti valiye göndererek Alaaddin Tepesi üzerindeki saat kulesinin Rumlara terk edilmesini istemişler, burayı kilise yaparak çan takacaklarını ilave etmişlerdir. Vali buranın halen askeri birlik tarafından depo olarak kullanıldığını bildirerek Kor komutanı Albay Fahrettin Altay'a müracaat etmelerini söyleyerek başından savmış ve derhal vaziyeti Rumlardan evvel Kor Komutanına bildirmiştir. Rumlar komutana çıkmak üzere hazırlanırken Fahrettin bey durumu iyice tetkik ettikten sonra birkaç kişi ile görüşerek dinamitle yıkılmasına karar vermiştir. Çünkü Rumlara olmaz dese Sadrazam Ferit Paşa'ya müracaat edecek olan Rumların bu arzusu resmi kanalla muvafakat cevabı verileceğinden ve en kestirme çıkar yolun bu olduğu şüphesiz olduğundan lazım gelenlere gizlice emirler verilerek hazırlığa girişilmiştir. Konya kültürü ve tarihi hakkında bir uzman olan Selçuk Es bu olayla ilgili anısını şöyle anlatır; "---Alaaddin Tepesi'ndeki saat kulesinde askeriyenin benzin deposu patladı. Kule ile birlikte 3 er yok olup gitti, deyince hemen arabadan inerek Alaaddin Tepesi'ne, kulenin bulunduğu yere gitmeye başladık. Kulenin yerinde bir yığın taş, tuğla molozundan başka bir şey göremedik. Etrafta askeri nöbetçiler olduğundan yaklaşamadık. Etrafta biraz dolaştıktan sonra hakikat anlaşıldı. Kor istihkam müfrezesi kulenin temeline tahrip kalıbı koymak suretiyle binayı yıkmıştı." Her ne kadar Konya tarihi için çok önemli bir eser ortadan kalkmışsa da kulenin yıkılmasındaki isabeti zaman göstermiştir. Zira Konya hadisesinde bugünkü Ordu Evi'nin bulunduğu yerdeki Ermeni Kilisesi'nin çan kulesinden, Alaaddin Tepesi'nde asilerle çarpışan hükümet taraftarı kuvvetlere ateş açılarak bir çok jandarma polis ve er şehit ve yaralı düşürülmüştür.

Sonuçta Konya'mızın İslam öncesi devirlerine ait ve nadir bulunabilecek eserlerinden birisi de Saat Kulesi olarak bilinen Eflatun Mescidi olup, savaşların acımasız mantığı içinde yok olup gitmiştir.

Toroslarda Beldeler, Yaylalar

Toroslarda Beldeler, Yaylalar
Sarı yaylam seni yaylayamadım kar iken
Alaca kekliği avlayamadım toy iken
Bende bu gençlik sende bu güzellik var iken
Alırım ahdımı koymam ben sizde."

Çetmi'nin Sesi Dergisinin üçüncü sayısından almıştım üstteki dizeleri. Sarı kız teyze anılarını anlatırken okumuş türküyü. Yöreyi ve insanı en güzel türküler anlatır zaten. Bu dizeler aklıma geldikçe, Toros yaylalarında, beldelerindeki güzel insanlar gelir gözlerimin önüne. Bahar geldi mi yaylaların canlanma zamanıdır artık. Navruzlar, çiğdemler, kardelenler, yabani lalelerin açıp, solduğu, karların eridiği Yörük katarının yola düşme zamanıdır. Vadi boylarında, bahçelerde çapa sallıyor insanlar. Ağaçların çevresi açılıyor, her yer düzenleniyor. Gelen baharın coşkusuyla canlanıyor Toroslar.

Toroslarda görmeye değer, gerçekten insanın "yabancı dünyanın cenneti" diyebileceği bölgelerden biri de Taşkent'ten sola dönünce başlayan yaklaşık 30 kilometrelik bir vadi. Benim Boğaziçi diye adlandırdığım vadi boyunca uğrayacağınız her beldede insanlar sizi güler yüzle karşılar, bir dilim ekmeğini bölüşür, gönül hoşluğu ile uğurlar. Yine uğrayacağınız her beldede belki de yaşamınızda hiç göremeyeceğiniz güzelliklerle karşılaşırsınız.

Taşkent'i geçtikten sonra sola dönünce vadiye inmeden önce karşınıza çıkacak ilk beldede bembeyaz evleriyle Avşar'dır. Onun hemen altında, iki köyün birleşmesiyle belediyelik olan Ilıcapınar vardır.

Her yeni belediyelik gibi Ilıcapınar Belediyesi de bir yığın sorunu kendi çabası, yapabilmek için Torosların taşı, kayası ile cebelleşmek gerekiyor. İki yıl önce belediye başkanı beldeye getirilen suyun kaynaktan beldeye kadar nasıl getirildiğini yerinde gezdirip anlatmıştı. 10 km uzaklıktaki suyu, kayaları oyarak nasıl güçlükle getirildiğini gözlerimizle görmüştük. Ferhat'ın dağları delmesine benziyordu yaptıkları iş.

Göksu Irmağı'nın bir kolu Ilıcapınar'ın hemen altından akıp gidiyordu. Rafting ve doğa sporları için az bulunur vadilerden biri burası.

Çetmiye varmadan sola dönerseniz Balcılar (Alata'ya) ulaşırsınız. Balcılar, Mersin'in Erdemli ilçesine bağlı Alata köyünden göçmüşler. Çetmi ve Bolay'ı gezdikten sonra Balcılar'da kendinize mükellef bir alabalık ziyafeti çekebilirsiniz.

Çetmi, bölgenin en eski yerleşim yerlerinden biri. Toroslara özgü ahşap yapılarla beton binalar iç içe. Çetmi'ye girebilmek için iki tarafı yüksek kayalarla çevrili dar bir yoldan geçmek gerekiyor.
Dört yanı dağlarla çevrili beldenin çıkışı ve girişi bu dar yol. Yaylalara bozuk, stabilize bir yoldan ulaşılıyor. Bir ucu Göksu Irmağı'na ulaşan vadi Çetmi'de Ayboğazı'ndan başlıyor. Bahçelerin arasında yapacağınız yarım saatlik bir yürüyüş sizi bölgenin en görkemli güzelliklerinden birine ulaştırır; Ayboğazı Şelalesine. Yüksek kayalıkların arsından gürül gürül akan su, şelalenin önünde küçük bir göl oluşturduktan sonra Çetmi'nin, Ilıcapınar'ın, Balcılar'ın, Sazak'ın bahçelerine bereket saça saça Göksu'ya akar gider.

Çetmi, otantik değerlerini hala koruyan beldelerimizden biri. Deve Oyunu Tekecik oyunu ile, özel asker uğurlama törenleri ile gelenek ve göreneklerini sürdürüyor. Yöreye gezi düşünürseniz, bunun için en uygun tarih Ağustosun son haftası derim. Çünkü, o gün Çetmililerin pilav günüdür ve yöre halkını tanımak için bulunmaz fırsattır.

Bolay, Çetmi'nin tam karşısında Torosların yamacına kurulmuş bir beldemizdir. Bolay'da yeni belediye olan beldelerimizden biri. Bu yüzden sorunları çok. Bir küçük sağlık ocağı yapabilmek için bile dağları devirmek gerekiyor. Bütün Toros köylerinde olduğu gibi Bolay'da da evler genellikle iki katlı. Alt katlar ahır ve samanlık olarak kullanılıyor. Bunun bir nedeni arazinin yetersiz oluşu, bir nedeni ise çetin geçen kış şartlarında hayvanların ısısından yararlanmak.
Bolay'ın yaylaları beldenin güneyinde. Sarıveliler, Ermenek yolu üzerinde. Bolay'ın Karapınar yaylasında başlayan bu yaylalar zinciri Ermenek'te Zeyve Pazarı'na kadar uzanıyor ve yaz aylarında binlerce insan buralarda konaklıyor. Karapınar Yaylası, Toroslarda flora bakımından en zengin bölgelerimizden biri. Navruz, yaban lalesi, kardelen gibi az bulunur çiçekler martnisan aylarında bu yaylalarda bulunur.

Nasıl gidilir?

Konya'dan Boğaziçinin en uzak noktası olan Bolay 160 km uzaklıkta. Bu bölgeyi tanımak için birkaç gün ayırmak gerekiyor. Bölge kamp için ideal bir bölge. Ayrıca Taşkent'te Pirlerkondu otelinde de kalınabilir. Balcılar, Çetmi ve Bolay'a her gün araba var ama bu, gezginler için uygun değil. En ideali grup gezileri olabilir. Çünkü Boğaziçi dışında bölgede görmeye değer yaylalar, beldeler var. Gevne Vadisi, Başyayla, Göktepe, Yörük Pazarı, bunlardan sadece birkaçı.
Çetmili Fadime Eski'nin dizeleriyle bağlayayım sözü.

"Sarı çiğdem dutam dutam yollarda
Baba ardıç küme küme dağlarda
Guzum senin olmadığın yerlerde
Neyleyim dünyaya kalacak malı"

Konya Mevlevihanesi Son Çelebisi, Veled Çelebi (İzbudak)

Mevlana Celaleddin Rumi'nin vefatından sonra, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled ve daha sonra da O'nun oğlu Ulu Arif Çelebi'nin bu a'la makama geçmeleriyle Mevleviye Tarikatı yavaş yavaş şekillenmiş ve Çelebilik müessesesi meydana gelmiştir. Çelebilik; Mevlana'yı temsil eden makamın adıdır. Çelebi Efendi ise bu makamda oturan kimsedir. Diğer bir adı da Postnişindir. Çelebi Efendi Mevlana'nın maddi ve manevi varisi kabul edildiği için büyük tasvip görüyordu. Çelebi olmak için Mevlana soyundan gelme şartı aranıyordu. Soyu baba tarafından Mevlana'ya ulaşan Çelebilere "Zükûr çelebi", ana tarafından ulaşan çelebilere ise "İnas çelebi" denilirdi. Çelebilik için baba tarafından gelme şartı aranırdı. Ebu Bekir Çelebi ise (Ö.1640) tek İnas çelebidir. Çelebi seçiminde zamanla anlaşmazlıklar yaşanmış nihayetinde çelebiler Padişah tarafından atanır hale gelmiştir. Bu da Mevleviye'ye siyasi bir kimlik kazandırmıştır.
İsmi Mevleviliğe mal olmuş son Postnişin, Veled Çelebi 1856 tarihinde Konya' da doğmuştur. Çocuk yaştan itibaren Mevleviliğin değişmez medresesi olan Mevlana dergâhına bitişik Sultan Veled Medresesinde okumuş, Arapça ve Farsçada özellikle ihtisas yapmıştır. 1887 yılında İstanbul'a gitmiş orada evlenerek kalmıştır. İstanbul'da Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci gibi dil konusunda uzman zatlarla sürekli temas halinde olup Türkçe'nin Üniversitelerde en doğru şekilde okutulup öğretilmesine çok katkısı olmuştur. Meşrutiyet başlarında Abdülhalim Çelebi'nin azledilmesi üzerine Mevlana Dergâhı postnişinliğine getirilmiş, Sultan Vahdettin tarafından tekrar postnişinlikten azledilmiştir.
Veled Çelebi, birinci dünya savaşı sırasında Mevlevilerden "Mücahidini Mevleviyye" denilen bir gönüllü alayı kurmuş, kendi kumandasında kanal harekatına iştirak etmek üzere Şam'a gitmiştir. Bu hareket çelebiler arasında sürekli eleştirilmiştir. Abdülhalim Çelebi bu hususu şöyle eleştiriyor; "Tarikatı âliyei Mevleviyemizin esası, öyle kılıçlar takınarak adam öldürmek için muharebata iştirak etmek olmayıp, bilakis âlemi insaniyete bila tefriki cinsü mezhep, ilmî ve insanî hizmet etmektir."(1) Halbuki o alay cepheye savaşmak için değil orduya manevi destek sağlamak için gitmiştir. Veled Çelebi her zaman için devletine sâdık olarak yaşamış, hiçbir zaman kendisinin ve mensup olduğu tarikatın çıkarlarını devletinin çıkarlarının önüne geçirmemiştir.
Veled Çelebi'ye isnad edilen bir başka söylem ise baba tarafından Mevlana' ya mensup olmadığıdır. Veled Çelebi baba tarafından çelebi olduğunu isbat etmek için ta Mevlana'ya, Mevlana'dan da Ebu Bekir'e kadar şeceresini muhtevi, koca bir kart bastırmıştı. Eğer ana tarafından Mevlana soyundan olduğu doğru ise inas kolundan makama geçen ikinci çelebidir.(2) 1919 tarihinde Veled Çelebi çelebilikten azledilmiş, Abdülhalim Çelebi yerine tayin edilmiştir. 1920'de makama bu kez Âmil Çelebi tayin edilmiş, ölümü üzerine üçüncü defa yine Abdülhalim Çelebi Mevlana postuna oturmuş 1925'te tekrar azledilmiş, yerine ikinci defa Veled Çelebi atanmıştır. 1925 yılında, Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Mevlana Dergâhının da kapatılması gündeme gelmiştir. Atatürk, Mevlana Dergâhına gelerek Veled Çelebi ile görüşmüş Dergâh kapanmamış fakat; Konya Mevlevihanesi postnişinliği sona ermiştir. Bu görüşmede Veled Çelebi'nin devletine sadakati bir kez daha ortaya çıkmıştır. Atatürk'ün, o gün Mevlana Dergâhı önünde "Ey Koca Sultan! evet bütün dergâhları kapattık, fakat senin kapın kapanmadı" sözü tarihe geçmiştir. Veled Çelebi'nin devletine hizmet sevdası ilk kurulan meclisten itibaren 1950 yılına kadar Kastamonu ve Yozgat milletvekilliğiyle devam etmiştir. 1950 yılında siyaseti bırakmış, 1955 yılında Ankara'da vefat etmiştir. Ciddi, açık fikirli, ilmi dahilinde olmayan hiçbir şeyi konuşmayan şahsiyeti milletvekili arkadaşlarınca sürekli takdir görmüştür. Ferhengnamei Sa'di ve Farisi Lisanı adlı iki eserinin yanı sıra, O'nun en büyük eseri Mesnevi tercemesidir. Mesneviyi sürekli okumuş, Mevlevihanelerde yıllarca okutmuş olması neredeyse O'nu bir Hafızı Mesnevi haline getirmiştir. Bu hususta diploma sahibidir. O'nun Türk diline ve kültürüne yaptığı en büyük hizmetlerden birisi de, Sultan Veled'e ait Türkçe şiirleri "Divanı Türki Sultan Veled" adıyla toplayıp bastırmasıdır. Sultan Veled'in şiirleri Türkçe lisanı açısından son derece önemlidir. Çünkü, o dönemde Selçukluların Kıpçak lehçesiyle konuştuğunu bu şiirlerden açıkça anlıyoruz. Kıpçak lehçesi ise İstanbul lehçesinin aslı kabul edilmiştir. Veled Çelebi'nin batı edebiyatçılarının eline geçmeden Sultan Veled'e ait, bu şiirleri derlemesi Türk edebiyatı için bir menba'a teşkil etmiştir. Veled Çelebi Divanı Türki Sultan Veled için yazdığı önsözde şöyle der. "Hazreti Mevlana'nın ve Sultan Veled Hazretlerinin Türkçe şiirlerine pek küçükken Konya'da Dergâhı Şerife bitişik Sultan Veled Medresesinde henüz tahsilde iken muttali' olmuştum.İstanbul'a geldiğimde Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Necip Asım Bey gibi zevatın ilmi lisan noktasında bunların cem' ve neşrini arzu ettiklerini anlamış bulunuyordum. Hafızı Mesnevi derecesinde Mesnevi Şerifle meşgul bulunan Naci merhum (Aynı zamanda Farisi bilmeyen muhibbanı âşikan, Cenabı Mevlana ve ibni Mevlana'nın mesleki tasavvufilerinden ve mearifi lahutilerinden de bir numune görmüş olur) fikrini ilave eylemişti".(3)
Farsça bilmeyenler için, tasavvufi şiir hakkında ender numunelerden biri olan Divanı Türki Sultan Veled'den bir manzume aktaralım.
Karnum açtur karnum açtur karnum aç
Rahmet itgil Tanrı bana kapu aç
Uçmak aşından dilerven bir çanak
Nûr hamurundan iki üç bazlamaç
Rahmetin çoktur denizdir ey Çalap
Rahmetin eksilmeye sen çok saç
Mevlevi tarihi, Türk siyasi tarihi ve Türk edebiyatı için numune isimlerden biri olan Veled Çelebi İZBUDAK'ın çok fazla resmi görülmemekle birlikte Mevlevi Dergâhı önünde Mücahidini Mevleviyye alayı ile birlikte çekilen orijinal fotoğrafı Koyunoğlu Müzemizde yer almaktadır. Bu fotoğrafı ve Veled Çelebi'ye ait güzel bir manzumeyi yayınlayarak yazımıza son veriyoruz.
GÜZEL KUMRU
Ne hazin ötersin güzel kumru,
Sen de tek mi kaldın nazlı yarinden?
Vatanda mı kaldı sevgili eşin?
Felek ayırdı mı öz diyarından?
Senin de sevdiğin afeti can mı?
Gözleri can yakan bir bîaman mı?
Yanakları gül gül,boyu fidan mı?
Sen de bahset biraz işvekârından
Mahzun isen söyle niçin süslendin?
Bu rengîn cameyle neden bezendin?
Feleğe mi uydun kime güvendin?
Korkmaz mısın bahtı nâbekarından ?
Bize batak dere sana düzgündür
Bize ayrılık sana üç gündür
Bize aynı matem sana düğündür
Bir dem pervaz etsem şâhsârından
Hayfâ ki geçmeden aradan bir mâh
Gökleri çınlattı benden âh u vâh
Hayli müşkil imiş ayrılık billah
Gitti sabru temkin dil figârından
Sen de aradın mı bu vefakârı?
Döktün mü dideden dürri şehvarı?
Yanaklarının soldu mu nevbaharı?
Şevk uçup sîmâyı âbdarından?
Güler yüze bir bîkeslik çöktü mü?
Tavus kametini felek büktü mü?
Âhu gözler benim için yaş döktü mü?
Ver haber dehânı dürnisârından!
Sakın kim ağlayıp soldurma yüzün!
Naziktir dökmesin inciler gözün!
Hakk'a doğru olsun daima özün!
Her devleti bekle Girdigârından!
Çocuklar da senin gibi nazenin,
Koşup oynasınlar olmayıp hazin,
Bilmesinler nedir âh ile enîn!
Dûr eyleme âğûş u kenarından!
Ben ne peşimanım ne de müşteki,
Anlar meramımı arifi zeki,
Âşık şairlerin budur mesleği,
Seni dûr ederler ihtiyarından!
.................................................................................
1 Abdülbaki GÖLPINARLI,Mevlana'dan sonra Mevlevilik,s.179 2 Abdülbaki GÖLPINARLI,Mevlana'dan sonra Mevlevilik,S.177 3 Divanı Türki Sultan Veled,1.baskı,s.4

Konya Devlet Hastanesi Tarihçesi

Şehirde ilk defa bir hastane binası yapılması teşebbüsü 1889 senesinde Konya Valisi Sururi Paşa zamanında, bugünkü yarıaçık ceza evi binası yanındaki Karma Orta Okulu Binası'nın olduğu yere Belediye Hastanesi diye inşa ettirilmiştir. Fakat o tarihte Konya'da İdadi Mektebi' nin açılması uygun görülerek Hastane binası İdadi Okulu'na terk olunmuştur. Konya'nın gün geçtikçe genişlemesi, nüfusunun artması burada bir hastane açılmasına şiddetle ihtiyaç olduğu görülerek Konya Valisi Ferit Paşa zamanında, 1902 yılında bu günkü Devlet Hastanesi'nin çekirdeğini teşkil eden, zaman adına Guraba Hastanesi yani garipler, fakirler hastanesi binasının temeli atılmıştır. Hastane binasın iç hastalıklar kısmı bugünkü Mümtaz Koru Dispanseri'nin yerinde olup iki katlı idi. İç Hastalıklar kısmında 30-35 yatak vardı. Ayrıca binanın batısında çamaşırhane ile mutfak bulunuyordu. Binanın kuzeybatısında yolun diğer kısmında 3 bina bulunuyordu. Bunlardan birisi Emrazı İntaniyeBulaşıcı Hastalıklar bölümü, diğeri bulaşıcı hastalıklar kadın kısmı, üçüncü binada Harici Hastalıklar kısmını teşkil ederdi. Bu kısımlarda 20' şer yatak bulunmaktaydı. Hemen Hastane kapısının üzerindeki kitabede;
El gazi Sultan Abdülhamit Sani Hazretlerinin Devri dilaray'ı hümayunları asarı mezküresinden olan İş bu Guraba Hastanesi Vali'i Vilayet Mehmet Ferit Paşa Hazretlerinin zamanı memuriyet devletlerinde tesis olunmuştur.
1318-1902

Cumhuriyet ilanına kadar bugünkü Antalya, Isparta, Niğde İlleri Konya'nın birer sancağı olup, bu illerin hastaları da Konya Guraba Hastanesi' nde tedavi görürlerdi. Fakir halktan para alınmaz, zenginlerden hastane idaresince tespit olunmuş bir ücret tahsil edilirdi. Hastanenin o zamanki kadrosu şöyle idi. 1 baş tabip, 1 operatör, 1 idare memuru, lüzumu kadar hasta bakıcı ve hademeden ibaretti.

Kurtuluş Savaşı kazanılarak Cumhuriyet kurulduktan sonra hastane idaresi Konya Valiliği emrine geçti. Özel İdare bütçesinden geliri sağlanmaya başlandı. İsmi Memleket Hastanesi olarak değiştirilerek 1928 senesine kadar eski harap binasında faaliyetine devam etti. Bu sıralarda bu günkü hastane binasının temeli atılarak inşaata başlanıldı. İnşaat 2 senede tamamlandı. Yatak adeti çoğaltıldığı gibi modern cihazlarla da takviye edildi. Binaya daha sonra kalorifer tesisatı yaptırıldı. Sağlık Bakanlığı emrine geçinceye kadar Memleket Hastanesi olarak bilinen müessese Sağlık Bakanlığı'na devir olunduktan sonra adı Devlet Hastanesi oldu. Bu binada şehir nüfusunun artması karşısında gereken ihtiyacı sağlayamadığından 1952 senesinde kuzey kısmındaki ek pavyon inşaatı başladı. 10 yıla yakın bir süre devam eden inşaat sonucu ek pavyon binası hizmete girdi. Daha sonraları ise çeşitli eklemelerle bu günkü halini alan bina Konya halkına başarıyla hizmet etmektedir.

Mevlana'nın 800. Doğum Yılı Muhteşem Bir Törenle Kutlandı


Konya - Mevlana'nın 800. doğum yıl dönümü nedeniyle Konya Atatürk Stadında tören düzenlendi. Törende konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Bugün Afganistan'ın sınırları içinde kalan Belh şehrinde doğarak, çocukluk yıllarından itibaren Ön Asya coğrafyasını tanıyan ve bu ülkede yaşayan Celaladdin Rumi, Anadolu'muzun ulu doruklarından birisidir" dedi. Bu müstesna insanın adına UNESCO'nun "Mevlana Yılı" ilan etmesi dolayısıyla etkinlikler yapıldığını ifade eden Günay, "Bir insan için, bir fani için doğumundan 800 yıl sonra dünyanın her tarafında çoğalan bir coşkuyla dostluk, sevgi ve saygıyla anılmak ne büyük bir bahtiyarlıktır. Bu göz kamaştıran bilgi hanesinin merkezinde, sevgiye adanmış bir ömür, bilgi, öğrenme ve öğretme ceddi ve insanlığın en muhtaç olduğu duygu hoşgörü yatıyor. Bu başarını temelinde aşk yatıyor. Bugün Afganistan'ın sınırları içinde kalan Belh şehrinde doğarak, çocukluk yıllarından itibaren Ön Asya coğrafyasını tanıyan ve bu ülkede yaşayan Celaladdin Rumi, Anadolu'muzun ulu doruklarından birisidir. Bugün bu topraklarda ne varsa, hangi inançtan, hangi soydan, hangi boydan olursa olsun hepsinin atalarımız, ecdadımız, insanlığın bize yadigarları olduğunu ifade eden Günay, "Onların değerini bilmeliyiz. Sadece bu topraklara karşı değil, insanlığa ve dünyaya karşı da borcumuzdur" dedi. Mevlana'nın 22. kuşaktan torunu Esin Çelebi Bayru ise Mevlana'nın asırlardır Allah, peygamber, insanlık sevgisini, özetle yaradan ve yaratılana sevgisini anlattığını ifade ederek, "Eserlerinde kendiyle barışık, huzurlu, Allah'ın kendisine verdiği maddi ve manevi güzelliklerin farkında olan, O'na şükreden, zorluklar karşısında nasıl düşünüp hareket edeceğini bilen, hoşgörülü, sevgi dolu bir insan olabilmenin yollarını öğretmektedir" diye konuştu. Daha sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın mesajları okundu. Törende, Kenan Işık ve bir grup çocuk, tiyatro oyunu şeklinde Mevlana'nın hayatından kesitleri diyaloglar halinde sundu. Kenan Işık, Mevlana'dan hikayeler de anlattı. Orhan Şallıel yönetimindeki senfoni orkestrasının, Mevlana Yılı için bestelenen eserlerini sunduğu törende, MFÖ grubu ve Ahmet Özhan birer konser verdi. Programa, 12 yabancı ülkenin Ankara büyükelçileri katıldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen de töreni izleyenler arasında yer aldı. Öte yandan, törene gösterilen yoğun ilgi nedeniyle Bakan Günay içeriye güçlükle girebildi. Yaşanan izdiham nedeniyle Filistin Büyükelçisi Nebil Maruf da VIP kapısından giremeyince, burada bir süre bekledikten sonra polislerin eşliğinde bir başka kapıdan içeriye alındı.