Konya Mevlevihanesi Son Çelebisi, Veled Çelebi (İzbudak)

Mevlana Celaleddin Rumi'nin vefatından sonra, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled ve daha sonra da O'nun oğlu Ulu Arif Çelebi'nin bu a'la makama geçmeleriyle Mevleviye Tarikatı yavaş yavaş şekillenmiş ve Çelebilik müessesesi meydana gelmiştir. Çelebilik; Mevlana'yı temsil eden makamın adıdır. Çelebi Efendi ise bu makamda oturan kimsedir. Diğer bir adı da Postnişindir. Çelebi Efendi Mevlana'nın maddi ve manevi varisi kabul edildiği için büyük tasvip görüyordu. Çelebi olmak için Mevlana soyundan gelme şartı aranıyordu. Soyu baba tarafından Mevlana'ya ulaşan Çelebilere "Zükûr çelebi", ana tarafından ulaşan çelebilere ise "İnas çelebi" denilirdi. Çelebilik için baba tarafından gelme şartı aranırdı. Ebu Bekir Çelebi ise (Ö.1640) tek İnas çelebidir. Çelebi seçiminde zamanla anlaşmazlıklar yaşanmış nihayetinde çelebiler Padişah tarafından atanır hale gelmiştir. Bu da Mevleviye'ye siyasi bir kimlik kazandırmıştır.
İsmi Mevleviliğe mal olmuş son Postnişin, Veled Çelebi 1856 tarihinde Konya' da doğmuştur. Çocuk yaştan itibaren Mevleviliğin değişmez medresesi olan Mevlana dergâhına bitişik Sultan Veled Medresesinde okumuş, Arapça ve Farsçada özellikle ihtisas yapmıştır. 1887 yılında İstanbul'a gitmiş orada evlenerek kalmıştır. İstanbul'da Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci gibi dil konusunda uzman zatlarla sürekli temas halinde olup Türkçe'nin Üniversitelerde en doğru şekilde okutulup öğretilmesine çok katkısı olmuştur. Meşrutiyet başlarında Abdülhalim Çelebi'nin azledilmesi üzerine Mevlana Dergâhı postnişinliğine getirilmiş, Sultan Vahdettin tarafından tekrar postnişinlikten azledilmiştir.
Veled Çelebi, birinci dünya savaşı sırasında Mevlevilerden "Mücahidini Mevleviyye" denilen bir gönüllü alayı kurmuş, kendi kumandasında kanal harekatına iştirak etmek üzere Şam'a gitmiştir. Bu hareket çelebiler arasında sürekli eleştirilmiştir. Abdülhalim Çelebi bu hususu şöyle eleştiriyor; "Tarikatı âliyei Mevleviyemizin esası, öyle kılıçlar takınarak adam öldürmek için muharebata iştirak etmek olmayıp, bilakis âlemi insaniyete bila tefriki cinsü mezhep, ilmî ve insanî hizmet etmektir."(1) Halbuki o alay cepheye savaşmak için değil orduya manevi destek sağlamak için gitmiştir. Veled Çelebi her zaman için devletine sâdık olarak yaşamış, hiçbir zaman kendisinin ve mensup olduğu tarikatın çıkarlarını devletinin çıkarlarının önüne geçirmemiştir.
Veled Çelebi'ye isnad edilen bir başka söylem ise baba tarafından Mevlana' ya mensup olmadığıdır. Veled Çelebi baba tarafından çelebi olduğunu isbat etmek için ta Mevlana'ya, Mevlana'dan da Ebu Bekir'e kadar şeceresini muhtevi, koca bir kart bastırmıştı. Eğer ana tarafından Mevlana soyundan olduğu doğru ise inas kolundan makama geçen ikinci çelebidir.(2) 1919 tarihinde Veled Çelebi çelebilikten azledilmiş, Abdülhalim Çelebi yerine tayin edilmiştir. 1920'de makama bu kez Âmil Çelebi tayin edilmiş, ölümü üzerine üçüncü defa yine Abdülhalim Çelebi Mevlana postuna oturmuş 1925'te tekrar azledilmiş, yerine ikinci defa Veled Çelebi atanmıştır. 1925 yılında, Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Mevlana Dergâhının da kapatılması gündeme gelmiştir. Atatürk, Mevlana Dergâhına gelerek Veled Çelebi ile görüşmüş Dergâh kapanmamış fakat; Konya Mevlevihanesi postnişinliği sona ermiştir. Bu görüşmede Veled Çelebi'nin devletine sadakati bir kez daha ortaya çıkmıştır. Atatürk'ün, o gün Mevlana Dergâhı önünde "Ey Koca Sultan! evet bütün dergâhları kapattık, fakat senin kapın kapanmadı" sözü tarihe geçmiştir. Veled Çelebi'nin devletine hizmet sevdası ilk kurulan meclisten itibaren 1950 yılına kadar Kastamonu ve Yozgat milletvekilliğiyle devam etmiştir. 1950 yılında siyaseti bırakmış, 1955 yılında Ankara'da vefat etmiştir. Ciddi, açık fikirli, ilmi dahilinde olmayan hiçbir şeyi konuşmayan şahsiyeti milletvekili arkadaşlarınca sürekli takdir görmüştür. Ferhengnamei Sa'di ve Farisi Lisanı adlı iki eserinin yanı sıra, O'nun en büyük eseri Mesnevi tercemesidir. Mesneviyi sürekli okumuş, Mevlevihanelerde yıllarca okutmuş olması neredeyse O'nu bir Hafızı Mesnevi haline getirmiştir. Bu hususta diploma sahibidir. O'nun Türk diline ve kültürüne yaptığı en büyük hizmetlerden birisi de, Sultan Veled'e ait Türkçe şiirleri "Divanı Türki Sultan Veled" adıyla toplayıp bastırmasıdır. Sultan Veled'in şiirleri Türkçe lisanı açısından son derece önemlidir. Çünkü, o dönemde Selçukluların Kıpçak lehçesiyle konuştuğunu bu şiirlerden açıkça anlıyoruz. Kıpçak lehçesi ise İstanbul lehçesinin aslı kabul edilmiştir. Veled Çelebi'nin batı edebiyatçılarının eline geçmeden Sultan Veled'e ait, bu şiirleri derlemesi Türk edebiyatı için bir menba'a teşkil etmiştir. Veled Çelebi Divanı Türki Sultan Veled için yazdığı önsözde şöyle der. "Hazreti Mevlana'nın ve Sultan Veled Hazretlerinin Türkçe şiirlerine pek küçükken Konya'da Dergâhı Şerife bitişik Sultan Veled Medresesinde henüz tahsilde iken muttali' olmuştum.İstanbul'a geldiğimde Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Necip Asım Bey gibi zevatın ilmi lisan noktasında bunların cem' ve neşrini arzu ettiklerini anlamış bulunuyordum. Hafızı Mesnevi derecesinde Mesnevi Şerifle meşgul bulunan Naci merhum (Aynı zamanda Farisi bilmeyen muhibbanı âşikan, Cenabı Mevlana ve ibni Mevlana'nın mesleki tasavvufilerinden ve mearifi lahutilerinden de bir numune görmüş olur) fikrini ilave eylemişti".(3)
Farsça bilmeyenler için, tasavvufi şiir hakkında ender numunelerden biri olan Divanı Türki Sultan Veled'den bir manzume aktaralım.
Karnum açtur karnum açtur karnum aç
Rahmet itgil Tanrı bana kapu aç
Uçmak aşından dilerven bir çanak
Nûr hamurundan iki üç bazlamaç
Rahmetin çoktur denizdir ey Çalap
Rahmetin eksilmeye sen çok saç
Mevlevi tarihi, Türk siyasi tarihi ve Türk edebiyatı için numune isimlerden biri olan Veled Çelebi İZBUDAK'ın çok fazla resmi görülmemekle birlikte Mevlevi Dergâhı önünde Mücahidini Mevleviyye alayı ile birlikte çekilen orijinal fotoğrafı Koyunoğlu Müzemizde yer almaktadır. Bu fotoğrafı ve Veled Çelebi'ye ait güzel bir manzumeyi yayınlayarak yazımıza son veriyoruz.
GÜZEL KUMRU
Ne hazin ötersin güzel kumru,
Sen de tek mi kaldın nazlı yarinden?
Vatanda mı kaldı sevgili eşin?
Felek ayırdı mı öz diyarından?
Senin de sevdiğin afeti can mı?
Gözleri can yakan bir bîaman mı?
Yanakları gül gül,boyu fidan mı?
Sen de bahset biraz işvekârından
Mahzun isen söyle niçin süslendin?
Bu rengîn cameyle neden bezendin?
Feleğe mi uydun kime güvendin?
Korkmaz mısın bahtı nâbekarından ?
Bize batak dere sana düzgündür
Bize ayrılık sana üç gündür
Bize aynı matem sana düğündür
Bir dem pervaz etsem şâhsârından
Hayfâ ki geçmeden aradan bir mâh
Gökleri çınlattı benden âh u vâh
Hayli müşkil imiş ayrılık billah
Gitti sabru temkin dil figârından
Sen de aradın mı bu vefakârı?
Döktün mü dideden dürri şehvarı?
Yanaklarının soldu mu nevbaharı?
Şevk uçup sîmâyı âbdarından?
Güler yüze bir bîkeslik çöktü mü?
Tavus kametini felek büktü mü?
Âhu gözler benim için yaş döktü mü?
Ver haber dehânı dürnisârından!
Sakın kim ağlayıp soldurma yüzün!
Naziktir dökmesin inciler gözün!
Hakk'a doğru olsun daima özün!
Her devleti bekle Girdigârından!
Çocuklar da senin gibi nazenin,
Koşup oynasınlar olmayıp hazin,
Bilmesinler nedir âh ile enîn!
Dûr eyleme âğûş u kenarından!
Ben ne peşimanım ne de müşteki,
Anlar meramımı arifi zeki,
Âşık şairlerin budur mesleği,
Seni dûr ederler ihtiyarından!
.................................................................................
1 Abdülbaki GÖLPINARLI,Mevlana'dan sonra Mevlevilik,s.179 2 Abdülbaki GÖLPINARLI,Mevlana'dan sonra Mevlevilik,S.177 3 Divanı Türki Sultan Veled,1.baskı,s.4

Hiç yorum yok: