Konya'dan Kudüs'e, Türk İslam Sanatı

KONYA'DAN KUDÜS (Mescid-i Aksa ve Kubbe-tüs Sahra), HALİL, ERİHA, BEYTLAHİM, ÖLÜ DENİZ, YAFA, AKFA ve TÜRK-İSLAM SANATI

Sanat gezilerim (bütün dünyada ve yurt içinde) Türk-İslâm Medeniyetinin bilimden mimariye, şehircilikten bilim akımlarına varana kadar en iyi örnekleri ve iyi bir fotoğraf çalışmasıyla ele alarak, belki de konjonktürel tartışmalarına feda edilen bir kültür havzasının varlığını tekrar hatırlatmak için İslâm'ın ve Türklüğün tarihi gelişim seyri takip edilerek hazırlamakta olduğum 10 ciltlik kitap, Hindistan'dan Kuzey Afrika'ya, Orta Asya'dan Balkanlar'a ve Ortadoğu'ya en küçük nesneye dahi damgasını vuran Türk-İslâm kültürünün yerel kültürlerle oluşturduğu sentezin fotoğraflarını çekmeye çalışıyor. Birlik içinde büyük bir zenginliği başka bir deyişle yekpare ama bütün renkleri içinde barındıran bir tablo var karşımızda. Hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadığı gözlenerek hazırlamakta olduğum kitap Türk-İslâm kültürünün köşe taşlarını bir arada sunarak hem göze hem de dimağa hitap eden değerli bir kaynak olması için büyük bir gayret sarf etmekte olduğum Türk-İslâm Sanat gezime sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şu hadisi şeriflerinde önemine binaen Kudüs haremini Mekke ve Medine ile birlikte zikretmelerinden ve Türk-İslâm Envanterine esas olan sanat gezimi bana nasip eden sonsuz ALLAH'IMA sonsuz şükürlerimle: "İBADET MAKSADIYLA yalnızca üç MESCİDE YOLCULUK YAPILIR. MEKKE' deki HAREM-İ ŞERİF MESCİDİ, MEDİNE' DEKİ MESCİD-İ NEBEVİ ve KUDÜS'TEKİ MESCİD-İ HAREM-İ AKSA." Mescid-i Aksa Hareminin kudsiyetinin en önemli delili İSRÂ SURESİ'nin ilk ayetidir. "KULUNU BİR GECE MESCİD-İ HAREM'DEN KENDİSİNE BİR KISIM AYETLERİMİZİ GÖSTERMEK İÇİN, ÇEVRESİNİ BİRÇOK NİMETLERLE MÜBAREK KILDIĞIMIZ MESCİD-İ AKSAY'YA GÖTÜREN ALLAH HER TÜRLÜ NOKSANLIKLARDAN MÜNEZZEHTİR. ŞÜPHESİZ O HERŞEYİ İŞİTİR ve GÖRÜR."
İletişim yoluyla siz saygıdeğer okuyucularımla paylaşmak ve kutsal mekanlarımızı Türk-İslâm sanat gezilerimle bütünleşerek tanıtmak en büyük mutluluk kaynağımdır. 17 Kasım 2005 günü başladığım Ortadoğu'da Kudüs, Türk İslâm Sanat Gezim:
17 Kasım 2005 1. Gün Perşembe - İSTANBUL / TELAVİV / KUDÜS
Türk Hava Yolları ile 14.15'de Telaviv'e uçuş. 17.20'de varış. Tel Aviv ve yakınlarındaki Yafa semtindeki Osmanlı eserlerinden, Bahriye Camii, Hamidiye Külliyesi, Karakol Binası ve Çeşme ile Sultan Abdulhamit'in tahta çıkışının 25. yılında yapılan Saat Kulesi ve diğer eserlerinin görülmesinin ardından Kudüs'e geliş ve 5 yıldızlı otelimize yerleşme. Yatsı namazı için Mescid-i Aksa'ya gidiş ve geliş. Akşam yemeği otelimizde.
18 Kasım 2005 2. Gün Cuma - KUDÜS
Sabah namazı için Mescid-i Aksa'ya gidiş ve dönüş. Sabah kahvaltısının ardından Zeytindağına ve buradan Kudüs'ün panoramik görüntüsü eşliğinde Kudüs ile ilgili tarihi bilgi takdimi. Civarda bulunan Selmanı Farisi ve Rabiatüladevviye'nin kabirlerinin ziyaretinin ardından Mescid-i Aksa Harem-i'ne geliş. Cuma namazının edası. Buradaki Mescid-i Aksa Camii, Kubbetüssahra, Mervan mescidi ve diğer müştemilatın tanınması ve ziyaretinin ardından eski Kudüs şehri, Yahudiler için dünya üzerindeki en kutsal mekan olan Ağlama Duvarının görülmesi. Hz. Ömer Mescidi ziyareti. Otele dönüş. Yatsı namazı için Mescidi Aksa'ya gidiş ve dönüş. Akşam yemeği otelde.
19 Kasım 2005 3. Gün Cumartesi - BEYTLAHM / ERİHA / ÖLÜ DENİZ
Sabah namazı için Mescid-i Aksa'ya gidiş ve dönüş. Kahvaltı otelde. Beytlahm şehrine hareket. Burada Hz. İsa'nın doğduğu mağara ve üzerine yapılan kilisenin görülmesinin ardından Ölü Deniz'e (Lut gölü) geliş. Yol üzerinde Hz. Musa'nın kabrinin ve makamının ziyaret edilmesi. Dünyanın en çukur bölgesi olan ve Lut kavminin helak olduğu bu bölgenin görülmesinin ardından yakındaki 10.000 yıllık şehir Eriha'nın gezilmesi ve Kudüs'e dönüş. Yatsı namazı için Mescidi Aksa'ya gidiş ve dönüş. Akşam yemeği otelde.
20 Kasım 2005 4. Gün Pazar - HALİL / YAFA / TELAVİV / İSTANBUL
Sabah namazı için Mescidi Aksa'ya gidiş ve dönüş. Sabah kahvaltısının ardından otelden ayrılış. Halil şehrine hareket. Burada Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf ve zevcelerinin kabirlerinin bulunduğu külliye ve camiinin ziyaretinin ardından Akdeniz sahilindeki antik şehir Yafa'ya geliş. Şehrin ve buradaki bazı Osmanlı eserlerinin görülmesinin ardından Telaviv şehrinin panoramik bir turla tanınması ve havalimanına geliş. Türk Hava Yolları ile saat 17.20'de İstanbul gidiş.
KISACA İSRAİL
Resmi Adı : İSRAİL
Başkent : Tel Aviv
Yüzölçümü : 21.056 km2
Nüfus : 6.276.883 (Ürdün nehri batı yakası ve Gazze şeridi hariç)
Dil : İbranice (resmi), Arapça, İngilizce
Din : %76.5 Musevi, %15.9 Müslüman, %1.7 Arap-Hıristiyan %0.4 diğer Hıristiyanlar, %1.6 Dürzi, %3.9 diğer
Etnik Yapı : %80.1 Yahudi, %19.9 diğer (çoğunlukta Arap)
Elektrik : 230 v
Ülke Telefon Kodu : 972 Tel Aviv 3 Kudüs 2
Saat Farkı : Türkiye ile İsrail arasında saat farkı yoktur.
Cep Telefonları : Turkcell, Telsim Avea hatları çalışmaktadır.
Para Birimi : Şekel 1 Euro=5.5 Şekel 1 Dolar= 4.6 Şekel 1YTL=3.4 Şekel
Çalışma Saatleri : Bankalar ve Dükkanlar: 08.30-12.30/16.00-18.00
Yahudilerde hafta tatili Cumartesi, Müslümanlarda Cuma,
Hıristiyanlarda Pazar günüdür.
Hava Durumu : Tel Aviv 10-15 derece (Kasım ayı) Kudüs 8-15 derece

FİLİSTİN ÖZERK YÖNETİMİ

1993 yılından itibaren başlayan barış sürecinde Filistin Kurtuluşu Örgütü Lideri Yaser Arafat'ın önderliğindeki devletleşme sürecinde İsrail'in Filistin özerk yönetimine terk ettiği Ürdün nehrinin batı yakasında (5.900 km2) 1.014.900 Arap nüfus yaşamakta olup, bu bölgenin önemli şehirleri Beytlahm, Halil, Eriha, Nablus ve Ramallah şehirleridir. Öte yandan yine İsrail'in Filistin Özerk yönetimine devrettiği Akdeniz kıyısındaki Gazze şeridinde (42 km uzunluğunda, 6.5-8 km genişliğinde) 800.000 Arap nüfus yaşamaktadır. Bu bölgeler içişlerinde özerkliğe sahiptir. Ekonomik olarak ise henüz tam bir özerk yapıya sahip değildir.

KUDÜS

Yaklaşık 4500 sene öncesine dayanan tarihiyle Kudüs dünya üzerindeki ilk yerleşim merkezlerinden biri olup üç semavi din için de mukaddes kabul edilmektedir.
Yebusiler tarafından kurulan kente tarih boyu birçok isimler verilmiş, Abbasilerden günümüze kadar da Kudüs olarak anılmıştır. Yebusiler ve Ken'anilerden sonra M.Ö. 1049 yılında Hz. Davut şehri fethederek başşehir yapmıştır. Hz. Süleyman zamanında Mescid-i Aksa'nın inşasıyla birlikte kent önemli ölçüde gelişme göstermiştir.

M.Ö. (586-332) Pers'ler, (332-63) Büyük İskender ve (63- M.S.330) Romalılar Kudüs'e hakim olmuşlardır. Hz. İsa kentte bu dönemde yaşamıştır. M.S. (330-636) yılları arası şehre Bizans' lar hakim olmuş ve Konstantin'in annesi Helana 335 yılında Kıyame Kilisesini inşa ettirmiştir.
M.S. 636 da İslam ordularının Yermuk harbini kazanmasıyla bölgede Bizans hakimiyeti bitmiştir. Bizzat Hz. Ömer Medine'den gelerek şehrin anahtarlarını Patrik Sofranyur'dan teslim almıştır. Teslim sırasında Hz. Ömer yerli halkın can, mal, din, dil, inanç ve ibadet hürriyetlerini garantiye alan ve eşine ender rastlanan meşhur Ömer belgesini Kudüs halkına takdim etmiştir.
Bölge daha sonra sırasıyla; Emeviler, Abbasiler, Tolunlular, Akşidler, Fatimiler ve Selçukluların yönetimine geçmiştir. Kudüs'ü 1099 senesinde halkının tamamını kılıçtan geçiren Haçlı'lar işgal etmiş ve bir asır yönetmişlerdir.

1187 yılında ise Selahaddin-i Eyyubi haçlılara karşı Hıttin savaşını kazanmış ve Kudüs yeniden fethedilerek İslami kimliğine kavuşmuştur. Eyyubi dönemini Memluklular ve Osmanlı devri izlemiş ve bu dönemde Kudüs önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri olmuştur. 1917 yılında ise Osmanlıların çekilmesiyle Kudüs İngiliz hakimiyetine girmiştir.

MESCİD-İ AKSA HAREMİ

Dini kaynaklarda mukaddes olarak tarif edilen bölge surlarla çevrilmiş olan 140 dönümlük sahadır. Buradaki surlar Eyyubiler döneminde yapılmış, Memluklular ve Osmanlılar dönemindeki ilavelerle bugünkü şeklini almıştır.

Bu sahaya Süleyman Peygamber tarafından yaptırılan ilk mabed, Romalılar döneminde yok olmaya mahkum edilmiş, Hz. Ömer Kudüs'e gelişinde sahayı elleriyle temizleyerek bir bölümüne Mescid yaptırmıştır. Mescid-i Aksa Hareminin kudsiyetinin en önemli delili İsra suresinin ilk ayetidir. "Kulunu bir gece Mescid-i Harem'den kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini birçok nimetlerle mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir. Şüphesiz O her şeyi işitir ve görür."

Ayrıca Hz. Muhammed (A.S) şu hadisi şeritlerinde önemine binaen Kudüs haremini Mekke ve Medine ile birlikte zikretmişlerdir. "İbadet maksadıyla yalnızca üç mescide yolculuk yapılır. Mekke'deki Harem-i Şerif mescidi, Medine'deki Mescid-i Nebevi ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa."
Bu sahanın içerisindeki önemli yapılar; Hz. Muhammed' in üzerinden semaya Miraç ettiği kaya parçasının üzerine yapılmış "Kubbetüssahra", Aksa camii, Medreseler, Sebiller ve irili ufaklı kubbelerdir. Surlardan Harem araziye açılan 14 adet kapı olup şu anda bunlardan 10 tanesi kullanılmaktadır. Aksa hareminin 4 adet minaresi bulunmaktadır. Mescid-i Aksa arazisinin içerisinde Mastaba denilen üzeri açık namazgahlar ve çeşitli eğitim dallarında talebe yetiştirmek için yapılmış dershaneler mevcuttur. Aksa Camii'nin batı kısmında bulunan İslam Eserleri Müzesi de eski medreselerden biridir. Bu medresenin hemen yanında Burak'ın indiği yer vardır. Buranın yan duvarının alt arka kısımları ise Yahudilerin Ağlama duvarıdır.

KUBBETUSSAHRA ( KAYANIN UZERINDEKI KUBBE )

Bu bina (685 -691) Yılları arasında Emevi Halife'si Abdulmelik Bin Mervan tarafından Peygamber efendimizin Miraca yükseldiği büyük kayanın (Muallak taş) üzerine yaptırılmıştır. İslam mimarisinin ilk şaheserlerinden olan binaya sekizgen şekli verilmiştir. Kubbe mevsimleri belirten 4 ana sütun ile ayları simgeleyen 12 sütun üzerine oturtulmuştur ve üzeri altın varak ile kaplanmıştır. İçeriden ahşap süslemeleri ve rengarenk mozaikleri, dış cephesindeki çini süslemeleri ile bu yapı Kudüs'ün İslami yüzünü gösteren muhteşem bir sanat harikasıdır.
1099 Yılında Kudüs Haçlılar tarafından işgal edilince burası kilise olarak kullanılmıştır. Selahaddin-i Eyyubi'nin Kudüs'ü yeniden fethetmesiyle Kubbetüssahra Haçlıların putlarından temizlenmiş ve önemli bir tamirattan sonra yine Mescid olarak açılmıştır.
Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman binanın tamir ve bakımıyla ilgilenen ilk Osmanlı padişahı olmuş ve dış cepheyi hali hazırda görüldüğü gibi çinilerle kaplatmıştır. Daha sonra Sultan Abdulmecit ve Sultan Abdulaziz binanın bakımı ve tamiriyle yakından ilgilenmişlerdir. Dış cephedeki Yasin suresi ise II.Abdulhamid Han tarafından yazdırılmıştır.

AKSA CAMİİ

Bu araziye ilk mescid Hz. Ömer tarafından (636) yılında fethi takiben yaptırılmıştır.
Günümüzde var olan Mescid ise 709 yılında Emevi Sulta-nı Velid bin Abdulmelik tarafından yaptırılmıştır. Mescid klasik arap mimarisiyle inşa edilmiş ve ana giriş kapısından mihraba doğru uzanan üç revaktan teşekkül etmiştir. Mihraba yakın ahşap süslemeli bir kubbesi vardır. Haçlı işgaline kadar birçok tamirler geçirmiş ve işgal döneminde kilise olarak kullanılmıştır. Alt bölümler ise ahır olarak kullanılmıştır.

Selahaddin-i Eyyubi'nin Kudüs'ü fethiyle birlikte tekrar mescid haline getirilmiştir. Eyyübi Sultanı İsa döneminde camiye bazı ilaveler yapılarak genişletilmiştir. Osmanlı döneminde ise Kanuni, II. Mahmut, Abdulmecid ve II.Abdulhamit, Cami'nin bakım ve onarımıyla yakından ilgilenmişlerdir.

1969 yılında fanatik bir yahudi Mescid'i yakma teşebbüsünde bulunmuş ve önemli ölçüde zarar vermiştir. Eyyübi Sultanı Nureddin Zenki döneminde Halep'te yaptırılıp getirilen ve Abanoz ağacından yapılmış harika sanat eseri minber bu yangında yok olmuştur.

HALİL ŞEHRİ VE HZ.İBRAHIM KÜLLIYESI

Halil Şehri M.Ö.3500 yıllarında Arap asıllı Ken'aniler tarafından kurulmuştur ve Kral Erba buraya kendi adını vermiştir.

M.Ö.1800 yıllarında Urfa yöresinden bu bölgeye hicret ederek şehre yerleşen Hz. İbrahim eşi Sare ile birlikte burada yaşamış ve şimdiki İbrahim Haremi olarak bilinen yere defnedilmişlerdir. Harem'de ayrıca Hz. İbrahim'in oğlu İshak ve eşi Rıfka, Hz. İshak'ın oğlu Hz. Yakup ve eşi Layıka ile Hz. Yakup'un oğlu Hz. Yusuf'un kabirleri bulunmaktadır.
Ken'aniler bölgede M.Ö.1200'lü yıllara kadar hüküm sürmüşlerdir. Daha sonra bölgenin yönetimi İsrail oğullarının eline geçmiş ve şehre Hebron ismini vermişlerdir. Haremin etrafındaki yüksek duvarlar Romalı vali Herodos tarafından yaptırılmıştır. Bölge Müslümanların kontrolüne geçince Harem külliye halinde eğitim merkezi olmuştur. M.S.1099 da Haçlıların işgaliyle kilise yapılan külliye, 1187 de Selahaddin-i Eyyubi'nin fethiyle tekrar cami - medrese haline getirilmiştir.

Hem Memlüklüler ve hem de Osmanlılar buraya çok önem vermişler, birçok Vakıf1ar yapmışlar ve bölge halkının kalkınmasına yardımcı olmuşlardır.

BEYTİ LAHM

Şehir M.Ö.2000 li yıllarda Kenani aşireti tarafından kurulmuştur. Şehre ilah olarak kabul ettikleri Lihama'nın evi anlamında "Beyti Lihama" ismini vermişlerdir. Hz. Yakup Halil şehrine giderken hanımı Rahil burada oğlu Bünyamin' in doğumunu yaptıktan sonra vefat etmiş ve defnedilmiştir. Şehir Hz.Davut ve Hz. İsa'nın da doğum yeridir. Hz. Meryem hamile iken Nasıra şehrinden buraya hicret etmiş, şehirde kalacak yer bulamayınca yakındaki mağaraya sığınmış ve aynı yerde doğum yapmıştır. Bizans döneminde bu mağaranın üzerine büyük bir kilise yapılmıştır. Kudüs'ün fethinden sonra Hz. Ömer' in Patrik Seferyanus ile birlikte şehre gelerek mağarayı ziyaret ettiği söylenmektedir.

Hz. Süleyman şehrin güneyinde su bentleri yaptırmış ve toplanan suları Kudüs'e akıtmıştır. Ayrıca kendisinin yaz aylarını burada geçirdiği de rivayet edilmektedir.
Bölgenin en parlak ve huzurlu dönemi Müslümanların hakim olduğu dönemler olmuştur. Bölge halkı bu dönemde inançları ve insan hakları hususunda her türlü hürriyete sahip olmuştur.

ERİHA

Eriha Filistin topraklarında, tarihi 8000 yıl öncelerine dayanan en eski şehirdir. Arap yarımadasından gelen Ken'aniler Yusa bin Nun komutasında şehri ele geçirmişler ve M.Ö. 1886 yılında ilk olarak bölgede buraya yerleşmişlerdir. Daha sonraları bölge Romalıların eline geçmiş ve dönemin önemli kültür ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur.

Hz. Ömer döneminde İslam ordularının bölgeyi ele geçirmesiyle İslam hakimiyetine girmiştir. Emeviler döneminde şehir en parlak dönemini geçirmiş ve o dönemde Halife Hişam buraya büyük bir devlet sarayı yaptırmıştır.

Daha sonra haçlı istilasına uğrayan kent 1187 de Selahaddin Eyyubi tarafından tekrar fethedilmiştir. Osmanlılar ise bölgeyi önemli ticaret merkezi haline getirmiştir. Deniz seviyesinden 425 metre daha aşağıda olan meşhur ölü denizin (Lut gölü) burada bulunması ve iklim yapısı gereği bölge bol su kaynaklarına ve münbit arazilere sahiptir. Bu sebeple tarih boyu milletlerin ilgi odağı olmuştur. Ayn-ı Sultan tepesinde 1992 den buyana yapılmakta olan kazılarda tabakalar halinde taş devri, bronz devri ve demir devrine ait olduğu sanılan eserler ortaya çıkarılmıştır.

KUDÜS'ÜN İSKELESİ YAFA'DAN NAPOLYON'U YENEN AKKA'YA...

Sanat Gezisi arkadaşım Eman-Tur Siyasi Coğrafya Doçenti Halûk Dursun diyor ki:
(Yafa nasıl Telaviv'in eski bölümüyse Akka da Hayfa'nın eski bölümü. Her ikisinde de Sultan Hamid'den kalma birer Osmanlı saat kulesi, sahilde birer Bahriye Camii, kiliseler, manastırlar. Yalnız Akka'nın bir de müthiş kalesi ve kale içinde hanlar, hamamlarla dolu yaşayan bir mimari ve canlı bir ticari hayat var. Nasıl Yafa Telaviv'e uzaktan bakıyorsa, Hayfa da Akka'ya tepeden bakıyor. Akka'da da Napolyon'un, Kavalalı'nın Mısır ordusunun izleri var.

Yafa deyince bizim aklımıza hep önce portakal gelir. Portakallar yetiştiği bölgelere, eski tabirle mahreçlerine, yani çıktıkları yere göre isim alır. Washington portakalı, Valensiya portakalı, Yafa portakalı gibi. Türkiye'de de Finike'de, Dörtyol'da, Turunç'ta, Çavdır'da portakal yetişir. Ama Osmanlı coğrafyasının portakalı Yafa'dır. Şam'ın fıstığı, şekeri, Dimyat'ın pirinci, Tarabulus (Trablus)'un kuşağı, Resne'nin elması, Sarı Şaban'ın karpuzu (Yunanistan), Sakız'ın koçu, Kıbrıs'ın eşeği, Malta'nın keçisi, Istanköy'ün limonu, Selanik'in keçesi vs... Şimdi artık bir çoğunun ne kendisini, ne yerini bilen kaldı. Gerçi benim Yafa' ya her gidişte aklıma portakalı geliyor ama nasipsizlikten midir nedir bırakın portakalını yemeyi, Yafa'da daha hiç portakal suyu bile içemedim.

Çünkü İsrail'e girer girmez kuzey Filistin'in o canım narının mis gibi suyunu içmekten aklımıza portakal gelmiyor. Yalnız şimdi yazıyı yazarken aklıma takıldı, bir dahaki gidişte mutlaka Yafa'da portakal suyu içmek lazım. Eriha'nın o mis gibi limonatasını da bu arada yazıya şöyle bir sıkıştırıvereyim de adam gördüğünü değil, hep yediğini içtiğini anlatıyor desinler. Bırakınız desinler, zaten "Yazın ne yiyeceğim, Kışın ne giyeceğim" derken ömrümüz geçmiyor mu? Yeter ki Allah ağzımızın tadını bozmasın!

Yafa eski bir tarihi şehir. Yahudiler ve Hıristiyanlar açısından da çok önemli. Siyonizmde, misyonerlikte adı hep ön plana çıkmış. Küçük bir liman, balıkçı barınağı. Bahriye Camii, Hasan Bey Camii, Aya Mihal Rum Ortodoks Manastırı, Roman - Katolik St. Peter Fransızken manastırı (bir Katolik tarikatı), Ermeni Kilisesi, Sefarat ve Eskanazi anıtları ve güzel kaldırımlarıyla serin koridorlarıyla daracık sokaklar, kesme taştan evler, kiliseler, liman, müze ve yerli halktan daha çok turist. Hemen gerideki meydanda Osmanlı'nın büyük Hamidiye Külliyesi. Kapı önündeki meydancıkta yola gömülmüş, Venedik tarzı bir su haznesi. Duvar tarafında yola bakan, kitabesi hala duran, tuğralı, çok yüzlü bir Osmanlı çeşmesi, hanı, karakol binası ve önünde 1900 tarihli Sultan II..Abdülhamid'in cülusunun 25. yılında yapılan saat kulesi. Hemen karşısındaki sokakta bizim İzmirli Yahudilerin büfeleri, hediyelik eşya satan dükkanları, balıkçıları ve benim pek sevdiğim mis gibi sıcak ekmeklerin, pidelerin satıldığı eski bir fırın.

İlk gidişimde Yafa'ya hakim tepenin üzerinde sergilenen Osmanlı toplarını ve arkadaki Bahriye Camii'ni pek beğenmiş, panoramik görüntüsünden çok hoşlanmıştım. Bu sefer etrafa yeni binalar yapılıp camiinin o güzel fotoğraflık manzarasının kalmadığını görüp üzüldüm. Yanına ilave olarak da bir Kur'an kursu yapmışlar adı: Hira...

Yafa Sultan Selim Han'dan (1517) beri Osmanlı idaresinde yüzyıllar, geçirmiş. 1750 yılında ilk Yahudi hanı yapılmış. 1820'de Yahudi cemaati örgütlenmeye başlamış ve Avrupalı zengin Yahudiler Yafa'dan portakal bahçeleri satın almışlar. 1799'da Napolyon Yafa'ya girmiş. 1830'dan sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın orduları. Yahudilerin Yafa'daki öncüleri 1881'de Haloutzin isimli bir milis gücüyle kendilerini ispat etmeye başlamışlar. 1892 yılında Yafa'dan Kudüs'e bir demiryolu hattı kurulmuş ve Yafa Kudüs'ün iskelesi olmuş. I.Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti, Cemal Paşa ve Alman Limon von Sanders Paşa'yla bölgedeki hakimiyetini sürdürmek istemiş ve 28 Mart 1917'de Yahudi cemaatini İngilizlerle işbirliği yaptıkları iddiasıyla Yafa'dan sürmüş. 16 Kasım 1917'de İngilizler General Allenby Yafa'ya girip Osmanlı hakimiyetine son vermişler. Ondan sonrası 400 yıllık hikaye bitiyor. Gökten üç portakal düşüyor. Biri Yahudilere, biri Müslüman Araplara, biri de Hıristiyan Araplara. İşte onun için bize Yafa portakalı nasip olmuyor.

TELAVİV'E BAKIŞ

Yafa böyle deniz kıyısında bir uçta sıkışmış tarih ve hatıralarıyla baş başa kalmışken Telaviv yepyeni bir şehir olarak serpilmiş, büyümüş gitmiş. Şimdi de her seferinde yeni binalarla yükseliyor, gökdelenler Yafa'ya artık uzaktan ve tepeden bakıyor. Telaviv halkı Yafa'dan kopmuş, zaten çoğu göçmen olduğu için Yafa'yla bir bağlantısı yokmuş. Telavivlilere tarihi hatırlatan sadece ana caddenin ismi: ALLENBY!... Bu sefer Kudüs'te değil de Telaviv'de kaldık. Gecesi ve gündüzüyle İsrail'in bu büyük ve yeni şehrini tanıma imkanı bulduk. Akdenizin kıyısında upuzun plaj. Öyle bizim Caddebostan plajı, Fenerbahçe plajı gibi karikatür, minyatür plaj da değil. Boydan boya kumsal. Bana daha çok Kuzey Denizi kıyısındaki Hollanda plajlarını hatırlattı. Özellikle de Lahey'i. Yol kıyılarına dizilmiş lüks otellerde kalan turistler gündüz plajda, gece sahilde restoranlarda, kafelerde açık hava diskolarında eğleniyorlar. Bu sefer biraz daha dikkatimi çekti. Yahudiler, dışardan pek belli olmuyor ama, kendilerini azınlıkta oldukları yerlerde belli etmedikleri halde İsrail'de müthiş bir aile bağı olan, cemaatçi, komünal hayat sürüyorlar. Kaldığımız lüks otelin Şabbat sabahı (dini tatil günleri) kahvaltı yapmak için restoranına gittiğimizde, girişinde bir bölümün sinagog olarak düzenlendiğini gördük. Hep beraber sabah dualarını yapıp, kahvaltı salonuna giriyorlar ve Kippa (Yahudi takkesi), kadınların bir kısmı, hepsi değil, mesture denilebilecek kadar örtülü. Küçük oğlan çocuklarının bile başında Kippa var. Çoluk çocuk ailece, neşeli bir şekilde yediler içtiler sonra da dualarını ettiler. Bizde beş yıldızlı bir otelde böyle bir manzaraya asla rastlayamazsınız. İsrail'de dindarlık kırsal kesime, fakirlere sıkışıp kalmamış en üst seviyeye kadar erişiyor.

İbranice dışında İngilizce, Fransızca, Rusça hatta Türkçe de konuşuluyordu salonda. Anladığım kadarıyla İsrail Devleti diasporada yani İsrail dışında yasayan Yahudileri otomatik olarak tatilde İsrail'e çekiyor. Başka da turist istemiyor. Yahudi gelsin yeter diyor. İsrailli Yahudiler ise tatil için özellikle Türkiye'ye geliyorlar. İstanbul'a, Antalya'ya ve Bodrum'a sayısız uçak kalkıyor. Kahvaltıda servisimizi yapan garson kız, Olga, İstanbul'a beş defa gittiğini söyledi hem de bunu Türkçe olarak. Havaalanına gittiğimiz taksinin şoförü üç defa gitmiş. Filistinli rehberimiz Basil ise "inşallah bu ramazanı İstanbul'da geçirmek istiyorum" diyordu. Yani İsrailliler Türkiye' yi çok iyi biliyorlar ve geziyorlar. Yafa'da yanımıza park eden otomobilin içinden çıkan küçük çocuk, 8-9 yaşlarında ne giyiyordu biliyor musunuz? Sarı-Kırmızı Galatasaray forması.

AKKA İSRAİL DEĞİL!

Yafa'yı yazmışken Akka'yı da ona bağlamak isabetli olur kanaatindeyim. Yafa nasıl Telaviv'in eski bölümüyse Akka da Hayfa'nın eski bölümü. Her ikisinde de Sultan Hamid'den kalma birer Osmanlı saat kulesi, sahilde birer Bahriye Camii, kiliseler, manastırlar. Yalnız Akka'nın bir de müthiş kalesi ve kale içinde hanlar, hamamlarla, dolu yaşayan bir mimari ve canlı bir ticari hayatı var. Nasıl Yafa Telaviv'e uzaktan bakıyorsa, Hayfa da Akka'ya tepeden bakıyor. Akka'da da Napolyon'un, Kavalalı'nın Mısır ordusunun izleri var. Yafa'nın Osmanlı yadigarı Mahmudiye Külliyesi, Babıali'nin Tanzimat dönemi, öncesi, Devlet-i Aliyye'nin padişahının hükümranlığını sergiliyor. Akka'da ise biraz daha bağımsız, merkezden uzak eyalet beyi Cezzar Ahmet Paşa var.
Camii, sebili, şadırvanı, medresesi ve banisinin türbesiyle Akka'nın alamet-i farikası, medarı iftiharı Cezzar Ahmet Paşa... Napolyon'u durduran, namına nam katan Cezzar Ahmet Paşa...
Akka Hayfa sayesinde aslını korumuş, bir sur içi, kale içi eski şehir olarak kalmış. Yafa'da sur ve kale olsaydı, belki o da korurdu. Yafa'nın hemen yanı başında plajlar, Akka'nın ise balıkçı barınakları, limanlar. Akka' nın çarşıları, hanları, fırınları, kebapçıları, tatlıcıları küçük bir Kudüs gibi geldi bana. Hele bir de meydandaki nar suyu sıkan satıcıyı görünce çok sevindik. Bülent Bey tam fotoğrafını çekiyordu ki narcı sert bir ifadeyle "çekme" diye bağırdı. Ama yerli dostumuz Basil'in "Onlar Türk" deyişiyle "Öyleyse çeksinler" dedi. Biz de önce narcının resmini çektik, sonunda tabii çektik nar sularını. Akka'da Cezzar Ahmet Paşa şehre damgasını vurmuş. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Kahire'si, Tepedelenli Ali Paşa'nın Yanya'sı, Pazvantoğlu Osman Paşa'nın Vidin'i, Mithat Paşa'nın Rusçuk'u... gibi. Cezzar Camii'nin renkli taş işçiliği, Kubbet-ül Hadra'yı andıran yeşile boyanmış kubbeleri, granit sütunları, camii içinde arabesk havada mermer mihrabı, daha güzelce minberi ve bana göre en sade ve güzeli vaaz kürsüsü, mavi zeminli kuşak yazılarıyla renkli bir Osmanlı camii. Medrese hücreleriyle çevrilmiş, avlusunda ortada şadırvanı, revaklarla kuşatılmış bahçenin küçük zeytin ağacı, yasemini ve kapıyı tutan bekçisiyle kendine özgü bir havası var. Son cemaat yeri açık, hasır kaplı ve Ağustos sıcağında insanı ferahlatan bir serinliğe sahip. Sur içinde bir saray, hamam, bir Türk Pazarı, ortasında havuzu olan bir büyük han, çarşılar ve Zeytuniye Camii ile Tunus'a da benziyor Akka. Sahilde bulunan Bahriye Camii'nin banisi Sinan Paşa. Hemen yanında, balıkçı dükkanlarından sonra hendekle kaleyi çeviren caddenin adı: Bonaparta. Yanında kale ve hapishane. Romalıların, Haçlıların, İngilizlerin kullandığı, bir ara Yahudi direnişçilerin atıldığı hapishane. Philippe Auguste ve Aslan Yürekli Richard'ın 1229'dan sonra Hıristiyanlığın en güçlü merkezlerinden biri haline getirdiği St. Jean Tarikatı'nın karargahı Akka, 1291'den sonra Müslümanların hakimiyetine girmiş ve sanki o günden beri hiç çıkmamış. Kale tepesindeki bayrağı görmeseniz, neredeyse İsrail'e bile girmemişiz diyeceksiniz. Akka sokaklarında duvarlarda sokak tabelası gibi hazırlanmış, asılmış ayetler var. Köşelerde "Ezkurullah", "Allah'ı zikrediniz!" yazıyor. Hemen yanında Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi. Akka biraz Haçlı, biraz Eyyübi, biraz Memlük, biraz Osmanlı ama asla İsrailli değil!)

Haluk Dursun Diyor ki:

HAYFA

(Hıristiyanlığın Kuzey Filistin'deki bir kutsal mekânı da eteklerine Hayfa'nın bulunduğu Karmel dağı ve o dağda bulunan rahibelerin kurduğu Karmelit Manastırı'dır. Manatır, anıt zeytin ağacı önünde sanki canlıymış gibi duran Hz. Meryem heykeli ve servileriyle öyle tepeden Hayfa'ya bakıyor. Hayfa ki, dünya Bahailer'inin dini merkezi olan Abdülbaha Türbesiyle ve özellikle etrafını çeviren İran Bahçeleriyle dikkati çekiyor.

Genellikle Hıristiyanlığın en kutsal şehrinin Roma ve mekanının Vatikan'daki St. Pıerre Kilisesi olduğu zannedilir. Halbuki Hz. İsa'ya inananların kutsal coğrafyası Filistin'dir. Kudüs birincisi, ki orada Hz. İsa çarmıha gerilip göğe yükselmiştir, kendi inanışlarına göre. Beytüllahim ikincisi, ki orada Hz. Meryem Hz. İsa'yı dünyaya getirmiştir ve Nazareth yani Nasara üçüncüsü, ki Hz. Meryem'e Hz. İsa'nın doğacağı haberini Melek Cebrail (Gabriel) orada müjdelemiştir. Hz. İsa'nın çocukluğu Hz. Meryem ve Hz. Yusuf ile aynı yerde geçmiştir. Birtakım mucizeler de yine Taberiye Gölü civarında, yani Galile bölgesinde meydana gelmiştir.

Bugün İsrail'in kuzey kesimini oluşturan bu bölgede Nazareth şehrinde Rum, Ermeni Ortodoks'u, Latin Maruni, Kıpti, Grek Katolik'i ve birçok Anglikan Baptist kilise mensubu yaşamaktadır. Bunlardan Ortodokslara göre, Hz. Meryem bir kuyu başında su alırken Cebrail gelmiş ve kendisine görünmüştür. Bugün bu kuyu Nazareth'deki Grek Ortodoks Kilisesi'nin içindedir. Siyah cüppeli, uzun sakallı Grek Ortodoks papazların bulunduğu Aziz Yorgi Kilisesi'nin (Aya Yorgi) önünde, koca bir ağacın gölgesinde Hz. Meryem'in kuyusu adı verilen bir de kaynak suyu vardır.

Nazareth'deki esas büyük ziyaretgah ve hac yeri ise Katoliklere aittir. Bu büyük bazilika, İtalyan mimar Giovanni Musra tarafından tasarlanmış ve 1969'da ibadete açılmıştır. Aynı mekanda yapılan beşinci kilisedir. Daha öncekiler yıkılmış, sadece bu sonuncusu ayakta kalabilmiştir: Annunciation Kilisesi, Ortodoksların karanlık, şatafatlı ve şarkvari ibadetgahı yanında çok modern, sanki bir müze havasındaydı. Ortada kara cüppeli papazlar yerine, krem, açık kahverengi, uçuk mavi renkli kıyafetler giyen rahip ve rahibeler dolaşıyordu. Hepsinde bir gülümseme, rahatlık ve mutluluk göze çarpıyordu. Hiçbirinde kara uzun sakallar yoktu. Gayet disiplinli bir şekilde sırada oturmuşlar, ayin (Messe) vaktini bekliyorlardı. Ortodoks Kilisesi'nde olduğu gibi, ne biz onlardan tedirgin olduk, ne de onlar bizden rahatsızlık duydular. Kilisenin dışında bahçe avlusunda her ülkenin ayrı ayrı yapıp gönderdiği mozaiklerle Hz. Meryem tasvirleri vardı. Güney Afrika'dan Güney Amerika'ya, Güney Asya'dan Güney Avrupa'ya kadar bütün ülkelerin kendine özgü sanat anlayışlarıyla betimlediği tasvirler. Daha henüz Türkiye'den gönderilmemiş.

Hıristiyanlığın Kuzey Filistin'deki bir kutsal mekanı da Hayfa'nın eteklerinde kurulduğu Karmel Dağı, o dağda bulunan rahibelerin kurduğu Karmelit Manastırı (Stella Maris). Manastır, anıt zeytin ağacı önünde sanki canlıymış gibi duran Hz. Meryem heykeli ve servileriyle öyle tepeden Hayfa'ya bakıyor. O Hayfa ki, dünya Bahailer'inin dini merkezi olan Abdülbaha Türbesi'yle ve özellikle etrafını çeviren İran Bahçeleri'yle dikkati çekiyor. Yukarıdan aşağıya akan kaskat halinde sular, aşağıdaki havuz, dağdan ovaya uzanan bakımlı çimenler insana bir dini mabed ve türbeden ziyade sanki Viyana'da Schönbrunnen'i, Endülüs'te Cennetü'l-arifîn'i, yani tarihi bir saray bahçesini andırıyor. Hayfa aynı zamanda Kadıyani hareketinin de önemli şehirlerinden bir tanesi. Pencap'tan başlayan bu hareket Hayfa'ya kadar yayılmış. İsrail' in en büyük limanı olan Hayfa'ya inerken, ana caddenin ismi dikkatimizi çekiyor: Allenby Road! Düzenli şehir yapısı, kesme taşlı güzel evleri, XIX. yüzyıldan kalma Osmanlı mahalleleriyle sevmeye başladığımız Hayfa, bir anda bizden uzaklaşıyor. Mısır, muz tarlalarıyla ve Cezzar Ahmet Paşa tarafından yapılmış su kanallarıyla sulanırken, içimizi ısıtan Hayfa yollarında bir anda firincirler, yani dikenli kaktüs meyveleri gözümüze çarpıyor, içimizi yakıyor...

AlIenby, Kudüs'ü bizden alan İngiliz komutan. Ve sevgili Bülent Katkak'la her zaman yaptığımız gibi bir fasla başlıyoruz. Ne makamı olsun diye kısa bir bakış ve sonra tabii ki hemen aşağıda bulunan demiryolundan mülhem "Hicaz"! Önce Akdeniz'e bakıp "Derdimi ummana döktüm" diye başlıyor, sonra çayırlara dalıp "Nideyim sahn-ı çemen seyrini cananım yok" ile devam ediyor, ardından "Firkatin aldı bütün neşve-i tabım bu gece" ve "Beni canımdan ayırdı", en sonda da "Ağlar gezerim sahili" ile bitiriyoruz... Yanımızda bizi dinleyip, musiki, ses güzel amma ne mana diye soran Filistinli dostumuza "Sus sadece dinle! Söyleyemem derdimi kimseye derman olmasın diye" söyleniyoruz. Dostumuz karşılık olarak "Vallahü'l-azim hazin, hazin" cevabını veriyor.

İşte yazının başlığı: Vallahü'l-azim hazin!)

Meraklısına Notlar:
1. Yukarıdaki hicaz fasıl takımındaki şarkıların bestekârlarından; Sadullah Ağa, Şerif İçli gibi ölmüş Müslümanları rahmetle, Bimen Şen gibi Hıristiyanları toprağı bol olsun diye ve yaşayan üstadımız Dr. Alaeddin Yavaşça'yı Allah selamet versin diye anıyoruz. Şarkıların mânâ ve tamamını arifândan ehibbaya havale ediyor, anlamayan taifeye de "Çok kimse anlamaz eski musikimizden ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden" diyoruz!
2. Hayfa, sınır dışı edilen Osmanlı hanedan mensuplarının yerleştiği ve sürgün hayatı yaşadığı şehirlerden bir tanesidir.

KAYNAKÇA
- Türk İslâm Kültür Envanteri için Kudüs Sanat Gezim
- Dursun Halûk, Eman-nâme, Sayı 9, 2005, İstanbul

Hiç yorum yok: