Tekke Mezarlığı ve Mursaman Türbesi

İbret alma maksatlı mezarlık ziyaretleri inancımızın bir gereğidir. Bundan dolayıdır ki, kimimiz sık sık, kimimiz de dinî bayramlarımızın arifelerinde yahut ilk günlerinde buraları ziyaret etmeğe çalışırız. Böyle mezarlık ziyaretlerim esnasında, kendi yakınlarımın kabirlerine ulaşıncaya kadar, "Mezar taşı okumak unutkanlık yapar!" örfî inancımızın baskısından kurtularak, ibretli veya duygulu metinler taşıyan bazı mezar taşlarını okumaktan kendimi alamazdım. Bunların arasında mutlaka bir yerlere kaydedilmesi gerekenler mevcuttu. Öte yandan, geçtiğimiz yıllarda Konya İdadisi muallimlerinden iyi bir şair, enteresan bir kişilik olan Ayaşlı Şakir'i araştırmam esnasında, mezkûrun mezar taşı vesilesiyle Sırçalı Medrese'deki mezar taşlarını alıcı gözle taradım. Aman Allah'ım!.. Bu taşların da pek çoğu yapımlarıyla, üzerlerindeki mısralarıyla bediî bir zevkin ürünleri, tam birer sanat eseriydiler. Müze, tarihî bir ayıbımızı bağrında yaşatıyorsa da (Şems, Konevî... gibi bazı mezarlık ve türbelerimizin başına gelen talihsizlik erbabının malumudur); bu mezar abidelerinin korunması gibi bir hayra da vesile olmuştu. Farklı bir görüş açısıyla, zaman ve insan elinin hoyrat darbelerinden kaçırılan bir avuç taşın yanı sıra, mezarlıklarımızda aynı korumayı bekleyen, kaderlerine terkedilmiş daha yüzlercesi mevcuttu. Bunlar için birileri bir şeyler yapmalıydı. O birileri duradursun, ben kendi payıma düşeni, yapabileceğimi yapmayı aklıma koydum ve baharla birlikte de mezar taşlarıyla ilgili tasarılarıma çıkış (start) verdim.
İşte bu amaç doğrultusunda Tekke mezarlığındayım. Halk arasında Hocacihan Türbesi olarak ünlenen Mursaman Türbesi'ni mezarlık ziyaretinin sonuna bırakarak mezarlığın giriş kapısında beni karşılayan güleç mezarlık bekçisine kendimi tanıtıp amacımı açıklıyorum. Bunun üzerine eski yazı okuyup okuyamadığımı soruyor. "Ehh... okumaya çalışırım." demem üzerine "Gelin." diyerek önüme düşüyor. Mezarlığın giriş kapısının hemen yanından sol kolumuza yöneliyoruz. Seyrek mezarlı bu küçük alanda Sille taşından mamul üç beş eski mezar taşı görülüyor. Bekçinin merakının geçmesi için yazıları kaybolmaya başlamış mezar taşlarından birine yönelip sesli olarak okuyorum: "Hüvel Hallâku'lBâkî / Elmerhûm ve'lmağfûr Mehmed bin Hüseyin / Ruhuna fatiha / Sene 1214"... Yüzü takdir görüntüsü yansıtan bekçiye teşekkür ederek, kendi işine dönebileceğini, bundan sonrasını halledebileceğimi kibarca bildiriyorum. Artık tek başınayım.
Önüme çıkan tek tük eski mezarlar, gerek yapıları gerekse metinleriyle beni tatmin edebilecek nitelikte değil. İlginç bulduğum yeni mezar taşlarını resimliyorum. Hoşnutsuz bir şekilde mezarlığın giriş kapısına yaklaştığım bir esnada asıl aradığımı buluyorum. Bu, gelin duvağı gibi işlenmiş, zarif görünümüyle bir genç kadın mezarı... Üzerinde mutlaka duygulu birkaç mısra da taşıyordur. Hızla hedefime yaklaşıyorum. Tam düşündüğüm gibi. Yeri gelmişken yetkililere seslenmek istiyorum. Her yönüyle sanat eseri olan bu gibi mezarlar bir an evvel koruma altına alınmalı. Zira zamanın darbeleri yanında, ne yazık ki nebbaşların (mezar soyucuların) talanına uğramışlarına da tanık olduk.
Zarif mezar, demir kafes içine alınmış. Mezarın baş ucuna doğru demir kafese beyaz mermerden elips şeklinde bir kitâbe raptedilmiş. Güzel bir Ta'likle hakkedilmiş kitâbe metninde şu satırlar yer alıyor: "Konya Merkez Jandarma Takım Kumandanı Birinci Mülazım Ali Rıza Bey'in zevcesi İstanbul Beşiktaş Abbas Ağa Mahallesi Yıldız Sokağı'nda 62 numaralı hanede Mütekaid Kuşçubaşı Hacı Mustafa Efendi kerimesi Mükerrem Hanım ruhuna fatiha 1927 1346"
Mezarın baş ucu taşına ise aşağıdaki mısralar hakkedilmiş:
"Ecelin bilmek için maksadını
Güzelim gül şu kadın merkadini
Bu kadın teşne iken a'ileye
Düştü bir facialı ha'ileye
Yumuyorken o güzel gözlerini
Duymadı kimse boğuk sözlerini
İki evladı Metin ile Mübîn
Annesiz kaldı küçükten ne hazîn
Zevci bir yanda harâb oldu harâb
Çekiyor muttasıl âlâm ü azâb
Genç iken öldü Mükerrem heyhat
Yıktı bu a'ileyi âh bu vefât"
Bu mezarın ayak ucunda yine demir kafes içine alınmış başka bir mezar... Mezar taşları yok, sadece demir parmaklıklara raptedilmiş elips şeklinde mermer bir kitâbe... Onun metni de Ta'lik yazıyla... "Külli nefsin zaigatü'lmevt / Sâbık Galatasaray Sultânîsi muallimlerinden Hoca Osman Efendi kerimesi Safiye Hanım'ın ruhuna fatiha / 1926 1345"...
Bu mezarın da ayak ucu tarafında, yine demir kafes içinde baş ucu taşı tepesi sarıklı bir başka mezar... Belli ki sahibi ulemâdan... Ta'lik yazılı kitâbenin en üstündeki "Hû" yazısı, mezar sakininin Mevlevî olduğunun bir göstergesi. Nitekim kitâbe metni tahminimi doğruluyor...
"Cânişîn Hazreti Monlâyı Rûm'un kâtibi
Ehli dil Nûrî Efendi eyledi azmi bekâ
Yirmi iki sâl o hidmetle olub evkâtgüzâr
Pîşesi bir kimseyi incitmemekti da'imâ
Gûş iden târihi menkûtun olur âmînhân
Menzilin rûşen ide Nûrî Efendi'nin Hüdâ
Fi 2 Zî'lka'de sene 1327"
Noktalı harfleriyle tarih düşürülen bu kitâbenin hâllini ehline bırakarak mezkûr mezarın ayak ucu taşına geçiyorum. Ayak ucu taşı kitâbesini okuduğumda mezar daha da ilginçleşiyor. Zira, bu mezar, karıkocayı birlikte bağrında misafir ediyor. İşte kitâbesi:
"Mumâileyh Nûrî Efendi'nin zevcesi ve Avukat Mümtâz ve Doktor Münîr Beylerin vâlidesi Azîze Hanım merhûme de burada medfûndur Cenâbı Hak rahmet eyleye
3 Kânunı Sânî 1927"
Bu mezarlardan, mezarlığın giriş kapısına doğru yöneldiğim anda zamanın yok edici darbelerinden nasılsa korunmuş sille taşından bir mezar dikkatimi çekiyor. Tepesi fesli mezar, bir memura ait olmalı. Yaklaşıp mezar taşını okuyorum. Yalnız, bu küçük mütevazı Sille taşlı mezarın sakini biraz yüksekçe bir memur:
"Sâbık Konya Valisi Mustafa Kâzım Bey'in ruhuna fatiha
13 Kânûnı Sânî 926"
Bulunduğu konum itibariyle Şems Mezarlığına defnedilmesi gereken bu mevtânın Tekke Mezarlığına havale edilmesi de başka bir ilginç durum...
Sonunda Hocacihan yahut Mursaman Türbesi karşısındayım. İki farklı cepheden fotoğrafını çektikten sonra mezarlık görevlisine kilitli olan türbe kapısını açıp açamayacağını soruyorum. Hiç tereddütsüz: "Hay hay, açayım efendim." deyip anahtarı koşturuyor. Türbenin batı tarafına bakan asıl giriş kapısı, daha güney cephesinden korumaya alınmış. Güneye bakan yeşile boyanmış kafesli demir kapı, sapasağlam zincirlenip, zincirin iki ucu asma kilitle tutturulmuş. Görevli kapıyı açtıktan sonra ayakkabılarımızı çıkararak girmemizi ihtar ediyor. Etrafı ince çıtalarla kapatılmış merdiven basamakları eski fakat tertemiz halıfleks parçalarıyla kaplanmış. Bekçinin ihtarı olmasa da insan bu temizliğe kıyıp ayakkabılarıyla basamaz zaten. Üçüncü basamakta, türbenin cenazeliğinin yeşil boyalı demir kapısını aralıyorum. Türbe elektrikle aydınlatılmış. Cenazeliğin tam ortasında ve yassı tuğladan bir Selçuklu kemerinin altında yer alan sanduka, hacı işi küçük seccadelerle kapatılmış. Kemerin ortasına tutuşturulmuş karton üzerine mavi tükenmezle yazılmış "YUMURTA KIRMAK YASAKTIR" levhası dikkatimi çekiyor. Tabii bekçiye soracağım soruların sayısı da artıyor. Buranın da resmini çektikten sonra ışığı söndürüp cenazelik kapısını örterek dışarı çıkıyor, dış kapıyı sağlamca zincirleyip kilidini bastıktan sonra betçinin yanına yürüyorum. Teşekkür edip anahtarı teslim ederken türbe ve buradaki batıl uygulamalar hakkında malumat bekleyen sorularım karşısında, bekçi mahcup bir şekilde, buraya yeni atandığı mazeretine sığınıyor. Verdiği cüzi bilgi de çocukları rahatsız annelerin türbedeki uygulamaları hakkında. Bu uygulamalardan birisi çocukların elbiselerinden bir parçayı türbe kapı ve pencere kafeslerine bağlamaları, diğeri de yumurta kırmaları... Birinciyi anladık; yalnız ikincisi ilginç. Bizim bildiğimiz yumurtalı büyüler, birilerinin aralarını açmak amacıyla kullanılırdı. Neyse... En iyisi Konyalı'ya müracaat etmek...
Sözün burasında Belediyelerimizden yahut Vakıflardan bir beklentimizi vurgulamadan geçemeyeceğiz. Bu kabil ata yâdigârlarının çoğunda bilgi tabelaları yoktur. Gözden ırak olsalar da; gerek yapıları, gerek sakinleriyle ilginç olan böyle yerlerin, görenlerin merakını giderecek tabelaları mutlaka bulunmalı.
Şimdi Konya'lı merhumun bu türbe hakkında yazdıklarından bazılarını sizlerle paylaşarak yazımı noktalamak istiyorum (Daha geniş bilgi için bk. İbrahim Hakkı Konyalı, "Konya Tarihi", Burak Matbaası, Ankara 1997, s. 696699).
"Halk buraya "MURASAMAN TEKKESİ" derler. Okumuş eski KONYALI' lar bu kelimenin (Miri zaman) dan veyahut (Miri zeban) dan bozma olduğunu söylerler. Burada yatanın bir BEY veyahut hazır cevaplı, nükteci, bir ŞAİR olduğunu rivayet ederler. Bu türbenin; Sadreddini Konevî'ye şimdiki câmi ve türbenin yerinde bulunan konağını hediye eden meşhur Konyalı zengin Hoca Cihan'a ait olduğu da söyleniyor. Ben bu ağız haberlerinden en sonuncusunu tercih ediyorum (Konyalı'nın bu açıklamasından sonra biz de; "Mursaman" kelimesi için birtakım Farsça terkibler arayışına gitmek yanında "mûr (karınca" ve "saman (servet, dinçlik)" kelimeleri üzerinde de akıl yorulması yerinde olacaktır, diye düşünüyoruz). Burada yatan zât üstündeki köye ve yöreye adını veren Hoca Cihan'dır. Hoca Cihan; Sadreddini Konevî'nin ve Mevlâna'nın muasırlarındandı. Ali Han isminde sar'alı bir oğlu vardı. Çok zengindi, kölelerinin sayısını bile bilemezdi. Oğlunun hastalığına zamanın tabipleri deva bulamamışlardı. Sadreddini Konevî onu hususî bir tarzda tedavi etmişti. Hoca Cihan da ona oturduğu konağı derhal boşaltarak hediye etmişti. Hoca Cihan'ın karısının adı da (İsmihan) idi.
(...)
Mursaman Türbesi de halkça sınanmıştır. Ben tetkik ederken türbe tavanının mini mini taş hevekle rile dolu olduğunu gördüm. Sıtmadan kurtulmak isteyenler bir mini mini taşa bez parçası bağlayarak tavana asarlarmış, bu aynı zamanda (ayırt) tekkesi imiş; hasta çocuklar buraya götürülür, sandukanın yanına yatırılırmış, eğer çocuk ağlarsa kurtulur, uyursa ölürmüş, eski halk inanışlarını ve folklorunu tetkik edenlere malzeme vermek için bunları kayıd etmekte fayda umuyoruz."

Hiç yorum yok: