Konya ve Anadolu

Kitap sayfalarının dağılmasını önlemede ve uzun süre korunmasını sağlamak amacıyla yapılan cilt kâğıdın yaygınlaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlılar da 1860'larda karton ya da kâğıt kapakların kullanımından önce basma, bu tarihten önce ve sonra bütün yazma kitapları ciltlemişlerdir. Kuşkusuz bu ciltlerin çoğu sanat değeri taşımaz. Sanatlı ciltler daha çok içi yazı, tezhip, minyatür gibi öbür kitap sanatlarının da sergilendiği eserleri bütünleyen bir özellik olarak karşımıza çıkar. Ayrıca başta Kur'an olmak üzere manevî değeri yüksek eserlerde görülür.
Sözlük anlamı deri olan cilt bu iş için kullanılan ana malzemeyi nitelemekle birlikte mukavva, kumaş, lake, ebru ve murassa (değerli taşlarla süslü) ciltler de yapılmıştır.
Osmanlı döneminde Konya, Bursa, Edirne, Diyarbakır ve İstanbul cilt sanatın başlıca merkezleri olmuş, buralarda beş yüzyıl boyunca değişen estetik anlayışlara, üsluplara göre eserler üretilmiştir. Doğal olarak en üstünleri de imparatorluğun yalnız siyasal değil, kültür ve sanat merkezi de olan İstanbul'da yapılmıştır. Yalnız "ehli hirefi hassa" denilen saraya bağlı sanatçılar değil, Evliya Çelebi'nin 17. yüzyıl ortalarında "100 dükkânda 300 kişinin" çalıştığını söylediği mücellitler de cilt sanatına katkıda bulunmuştur.
Güçlendirilmiş anlamına gelen ve kalınca kâğıtların üstünde yapıştırılmasıyla elde edilen sıra işi mukavva ciltler dışında mukavva deri ciltlerin omurgası olarak da işlev görmüştür. Deri ciltlerde sahtiyan (keçi derisi), meşin (koyun derisi) ve rak (ceylan derisi) kullanılmıştır. Üzerlerindeki süsleme üsluplarına göre düz, rumî, hatayî ve geometrik şemseli, hayvan resimli (Acemkârî), şükûfe, işlemeli, yazılı, zilbahar gibi türlere ayrılan deri ciltlerin en yaygını şemseli olanlardır.
Cilt kapağının ortasına bir şemse yerleştirilmişse bu tür ciltlere "şemse cilt" veya "şemseli cilt" denir. Yuvarlak veya oval biçimiyle güneşi andıran şemse (güneş anlamındaki Arapça "şems" kelimesinden gelir) en yaygın cilt bezemesidir. Şemsenin aşağı ve yukarı ucundaki uzantı süslemelere salbek, çevresindeki mızrak ucu biçiminde küçük oklara tığ, köşelere yapılan çeyrek şemselere köşebent veya kenar şemse denir. Klasik ciltlerde şemse ile köşebentler arası bezemesizdir. Şemse, salbek ve köşebentleri çevreleyen zencirek adlı kenar suları, bazı ciltlerde geniş bir bordur halini almıştır.
Bordur üzerindeki yuvarlak veya oval bölümlere kartuş pafta deniyordu. Şemseler yapılış biçimlerine göre değişik adlar alır. Soğuk şemsede kapağın üzerine basılan motifler yaldızlanmadan deri renginde bırakılmıştır. Alttan ayırma şemsede kabartmalar deri renginde bırakılırken, zemin ezme altınla bezenmiştir, üstten ayırma şemsedeyse kabartmalar altınla bezenirken, zemin deri rengindedir. Hem motifler hem de zeminin altınla bezendiği şemse, "mülemma şemse" diye adlandırılır. "Mülevven şemse" de motifler cilt kapağında kullanılan farklı renkte deriyle kaplanmıştır. "Müşebbek şemse" (katı'a), derinin dantel gibi oyulmasıyla gerçekleştirilir.
Motiflerin kalıpla basıldığı ciltlere gömme cilt denir. "Yekşah yazma cilt"te motifler deri üzerine elle işlendikten sonra yeksan denilen aletle çukurlaştırılarak oluşturulmuştur.
Kültür ve medeniyetin ana kaynağı kitap ve kütüphanedir. Toplum ve ülkelerine daha güzel ve daha aydınlık yarınlar hazırlamak isteyenler, kitap ve kütüphaneye son derecede önem vermişlerdir. Yararları maddi ve mânevi yollarla ödüllendirerek onore etmişler; takdir ve taltiflerde bulunmuşlardır. Kitap yazım ve basımına destek olmuşlar; kütüphaneler açarak okumayı kolaylaştırıp, yaygınlaştırmışlardır.
Kitap, kütüphane ve okuyucu sayısı, bir toplumun aynı zamanda ilim, kültür ve medeniyet seviyesinin göstergesidir diyebiliriz.
İslâm dini okumaya, öğrenmeye ilim vasıta ve müesseselerine birinci sırada yer ve değer vermiştir. Bu sebeple İslâm Tarihi boyunca Müslüman Devletler yükselişlerini parlak galibiyet, zafer ve başarılarını; doğuya, batıya önder ve rehber oluşlarını bu ana kaynağa borçludurlar. En kıyı şehir ve kasabalara varıncaya kadar dini, sivil ve askeri yapılarda, kurum ve kuruluşların yakınında bir kütüphane bölüm veya binasının varlığını görüyoruz.
Yazıcıların bulunduğu binaya doğru ayağını uzatıp yatmamayı bile bir edep anlayışı haline getiren Türkler ve Müslümanlar ilme, ilim adamına, ilim kurum ve kuruluşlarına son derecede saygılı davranmışlardır.
YAZMA ESERLERİ TASNİF EDERKEN
Yazma eserler...
İlim ile amelin birleştiği yapraklar...
El izleri.. Dil izleri.. Fikir izleri...
Ümit ve sevinç göz yaşları...
Gayretin sessiz sedaları...
Sarı, pembe, beyaz yapraklara serilen siyah inciler...
Muhtevaları türlü türlü anlamlar...
Ses yok nefes kesik...
Tarihin o derin geçmişinden bu güne...
Bu günden istikbalin o uzak anlarına...
Derinlerden sessiz ve kesik nefesle gelen...
Haykırış ile geleceğe doğru giden...
Ecdadımızın eserleri...
Dilleri kaleme çevirdikleri izleri...
Fikirleri yapraklara inci gibi dizdikleri...
Her iz bir ilm, fen ve bir hüner...
Ecdadtan ahfada hatıra gelip giden...
El izleri.. Dil izleri.. Fikir izleri...
Cild cild.. Yaprak yaprak.. satır satır...
Rahmetler olsun yazanlara.. Bakanlara...
Bu güne kadar getirenlere...
NAZ VE SEVGİ:
Her yazma eserin her insan gibi zatına mahsus bir nazı vardır...
Bazen bu nazlar gül gibi kokar.. Zemzem gibi içilir...
Bazen derin derde verilen ağır ilaç gibi yudumlanır...
Kimi ele gelince bütün içeriğini gönüle döker...
Kimi eser de kendisini okutur ve gizli incisini sonda söker...
Korku ile başlar bu iş.. Bir dikkat ki, vücudu sarar...
Bu ilmin kitabı "sabır" olduğu sonradan belirir ve gönül o zaman rahatlar dinlenir..
Bu andan başlar yazma eserle sohbet...
Ve yoldaşına her zaman dili: Aman sebât, aman sebât..
Elin dili, dilin elidir. Kafanın mizam, gönlüm tercüman, iradenin ölçüsü, ruhun aynasıdır.
Akıllara elçi marifetlere silah, ilimlere hüccet, medeniyetlere senettir.
Geçmişimizi, geleceğe bağlayan, rabbani bin harikadır.
Güzel yazı, hafızanın yükünü hafifletir .Gözü ve zihni erken yorulmaktan korur. Fikrin işlemesine olgunlaşmasına yarar. Sözü, düzenler, ifadeyi kuvvetlendirir. Katibi edib, hattatını zarif yapar.
Kişiyi nimet, fakire devlet, zengine şeref, alime ziynet, yoklukta celis, (arkadaş) gurbette enis (dost) olur.
Yazana nam verir. Okuyana şan.
Yazma eserler...
İlim ile amelin birleştiği yapraklar...
El izleri... Dil izleri... Fikir izleri...
Ümid ve sevinç göz yaşları...
Gayretin sessiz sadaları...
San, pembe, beyaz yapraklara serilen siyah inciler...
Muhtevaları türlü, türlü anlamlar..
Yazma eser, bazen bir yaprak olup ciltlenmiştir, veya birleştirilmiş yapraklardan meydana getirilmiş ve adına kitap denmiştir.
Aslında "Yazma Eser" ıstılâhı:
Kayaya, taşa, demire, bakıra,madene, deriye, kumaşa, ağaç yapraklarına, yumurta kabuklarına ve pirinç tanelerine manâlı manâlı çizilerin ve yazıların bulunduğu eserlerin tümünü kapsar.
Fakat bizim bu çalışmada ana konumuz "Kitab" denen ve Aharlı (Parlatılmış) ve Aharsız kağıt üzerine el ile yazılı eserlerdir.
MERHABÂ YAZMA KİTAB:
İslâm dilleri olan "Arapça", "Farsça", ve "Osmanlı Türkçesi" dilleri ile yazılı kitaplar genellikle şu bölümlerden meydana gelmiştir:
1 Dibâce,
2Metn,
3 Şerh,
4 Haşiye,
5 Ta'likât
Bu bölümlerin her biri ayrı ayrı birer kitap olduğu gibi temamı veya bir kısmı bir kitapta toplanmış olabilir. Bunlara bazen "Haşiye", "Talik" gibi isimler verilir, genellikle bunlara has isimler takılır. Örnek olarak da "EtTelvihü Alat Tavdihi"
BİTİRMEYE ÇALIŞTIĞIM İSLAM KÜLTÜRÜNÜN ENVANTERİ VE
ON CİLT KİTAP VE CİLTLERİ
Medeniyet çağdaş dünyada gündemimize sık sık "kaçakçılık" olgusuyla gündeme gelen tarihi eserlerle kendini anlatıyor en çok. "Bir camide rastladığım çinileri görünceye kadar Osmanlı'yı aslında hiç anlamadığımı anladım." Diyor bir yabancı. Sözünü ettiğimiz şey ete kemiğe bürünen bir kültürün bir medeniyetin bize anlattıklarının nâmütenahiliği. Selâtin ya da bir mahalle camiinde dekoru oluşturan bir çini parçası bile "Osmanlı Medeniyeti" vurgusunu çok daha iyi anlatabiliyor.
"Güçlü" olmak önemli ama hala yaşıyor olmak SANAT'TA, MİMARİ'DE ve KÜLTÜR'DE bir dünya görüşü oluşturarak asırlar sonrasına birşeyler anlatan eserlere sahip olmak daha önemli. İslam medeniyeti bunun en güzel örneği.
İslam ülkelerini üçüncü dünya ülkesi durumuna düşüren 20. yüzyıl siyaseti, aslında siyasetten güçsüz bir İslam ülkeler topluluğu oluşturmakla kalmadı, zevklerini ve gelişmişliğini mimariye, sanata, gündelik hayatın en küçük eşyalarına kadar unutulmayacak örnekleriyle yansıtan bir medeniyetin, kalın bir toz bulutu altında kalmasını da sağladı. İslam üzerine yapılan tartışmalarda Endülüs'ten Yemen'e, Budapeşte'den Semerkant'a yayılan bir coğrafyada inşa edilen medeniyetin eserleri hiç göz önüne getirilmedi. Olmayan bir medeniyet ya da güncel siyaset söylemi gereği tehlikeli "fundamentalist" ya da diktatör hegomanyası altında yaşayan topraklar olarak bakıldı İslam dünyasına. İslam aleminin değil insanlığın en büyük mirasları söz konusuydu halbuki. Sanat gezilerim (bütün dünyada ve yurt içinde) İslam medeniyetinin bilimden mimariye, şehircilikten fikir akımlarına varan kadar en iyi örnekleri ve iyi bir fotoğraf çalışmasıyla ele alarak, belki de konjonktrel tartışmalara feda edilen bir kültür havzasının varlığını tekrar hatırlatmak için İslam'ın tarihi gelişim seyri takip edilerek hazırlayacağım kitap, Hindistan'dan Kuzey Afrika'ya, Orta Asya'dan Balkanlar'a en küçük nesneye dahi damgasını vuran İslam kültürünün yerel kültürlerle oluşturduğu sentezin fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Birlik içinde büyük bir zenginliği başka bir deyişle yekpare ama bütün renkleri içinde barındıran bir tablo var karşımızda. Hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadığı gözlenerek hazırlayacağım 10 ciltlik kitabımı İslam kültürünün köşe taşlarını bir arada sunarak hem göze hem dimağa hitap eden değerli bir kaynak olması için çok büyük bir gayret sarf etmekteyim.
Misal:
Malı Allah yolunda kullanmanın en güzel örneklerinden biri olan "Muhteşem Süleymaniye Camii"'de İstanbul semalarında yükselerek şehrin siluetini süsler:
Şehülislam Ebussuuf Efendi'nin temele ilk taşı koymasıyla başlayan inşaat yedi senede tamamlanır ve yaklaşık olarak 59 milyon akçeye (bugünün rakamlarıyla 400 milyon dolara) mâl olur. Külliyesiyle bereaber ise, bu meblağ yedi buçuk katını (3 milyar doları) bulmuştur.
Mimarbaşı Koca Sinan bu eserinde Osmanlı ihtişamı mimariye aksettirmek yolunda eşsiz bir ustalık sergiler. Camii Şerifin inşasında kullandığı dört büyük sütunu, dört farklı bölgeden (İskenderiye, Baalbek, Sarayı Âmire ve Kıztaşı) temin etmiştir. Binada kullanılan ak mermerler, Marmara adasından , yeşil mermerler Arabistan'dan getirilmiştir. Kapıları abanozdan, duvarları İznik çinilerindedir.
Caminin inşâsı esasında kul hakkına hatta hayvan hakkına riayet edilmiştir. Öyle ki, burada çalıştırılacak hayvanlar programa bağlanmış, yeme, istirahat ve çalışma zamanları muntazam bir şekilde tertip edilmiştir.
Caminin kubbe yazılarını yazan Karahisarî, bu caminin ihtişamının bir parçası olan HÜSNİ HAT'lara o kadar itina gösterdi ki, son harfin son tahsisinde gözlerinin feri tükendi ve âmâ oldu; dünyayı seyir penceresi kapandı. Kısacası gözlerini bu muazzam mabedin ihtişamına kurban etti.
Nihayet Camii bittiğinde bu muvaffakiyete şaşırdığı ölçüde hayran da kalan Kanunî, gayet memnun ve mesrûr bir şekilde "Camiyi ibadete açma şerefi, onu böylesine muazzam ve muhteşem bir şekilde bina ve inşaa eyleyen mimarbaşımız Sinan'a aittir" dedi.
Sanatına önce tevazuu öğrenmekle başlamış olan Sinan zâhirdeki emsalsizliğini, ruhî derinliğinde de göstererek o anda Karahisarî'nin fedakârlığını düşündü ve Sultan'ın sözlerine edeble şöyle mukabele etti.
"Sultanım! Karahisarî hatlarıyla bu camiyi tezyin ederken gözlerini feda etti. Bu şerefi ona bahşediniz!.." Bunun üzerine Kanunî orada bulunanların göz yaşları arasında Camiyi Hattat Karahisarî'ye açtırdı.
Kalemin gücü ve siyah Nûrun hikmeti hayırlara vesile olsun, sanattan gönüle gönülden sevgi pınarlarına. Saygılarımla.
Kaynakça:Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi Yazma Eserler Kataloğu, Mehmet EminoğluKonya Büyükşehir Belediyesi 1997TANINDI Zeren, "Osmanlı Sanatında Cilt, II. Cilt, Ankara 1999ÖZEN Mine Esiner, Türk Cilt Sanatı, Ankara 1998 KUŞOĞLU Mehmet Zeki: Dünkü Sanatımız Kültürümüz, İstanbul 1994

Hiç yorum yok: