Mevlana ve Bilim

Genel olarak din âlimliği tarafı ve insanî merkezli fikirleri işlenerek hoşgörü ve barış sultanı sıfatıyla ele alınan Mevlâna'nın, son yıllarda bir özelliği daha keşfedildi. Bu da eserlerinin (özellikle Mesnevî) satır aralarına dikkatle bakılıp incelenmesiyle ortaya çıkabilecek olan bilimsel yönü.
Mevlâna gerçekten de eserlerinde, eşref-i mahlûkât olan insanı merkez alır ve onun Allah'ın yaratma gayesindeki amaçları doğrultusunda yaşam sürmesini, hikâyeler ve özlü sözlerle öğütler. Ama bu mânâların arasına bazı bilim dünyasıyla ilgili ipuçlarını da serpiştirir ki, ilginç olan bu bilgilerin yüzyılımızda daha yeni keşfedilmiş olmasıdır. Bu kısa yazıda Mesnevî'sinde rastlanılan bilim dünyasıyla ilgili bazı hususiyetleri -örnek olarak- dile getirip, yorumunu okuyucuya bırakacağız. Burada sözü edilecek olan konulara, daha önce birkaç yazıda değinilmişse de üzerinde fazla durulmamış veya detaya girilmemiştir.
1. Mevlâna'nın ilim ve ilim adamına bakışı
Mevlâna'ya göre ilim, Allah'ın topraktan yarattığı insana öğreterek onu değerli kıldığı bir hazinedir. Ama bütün bunlarla birlikte öğrenilen bu ilim, Allah'ın ilâhî okyanusundan sadece bir damladır. İnsanların bu dünyada ilim öğrenmesinin onların mutlak faydasına olduğunu belirten Mevlâna, köpeklerin bile eğitildikten sonra sahibinin istediklerini yaptığını; oysaki eğitilmemiş başı boş köpeklerin orda burda herkese saldırdığını veciz bir örnek olarak sunar.
Mevlâna ilim öğrenmenin bu derece gerekliliğini savunurken iyi insanların bu bilgiyi insanların faydası doğrultusunda kullandıklarını, fakat kötü yaratılışlı kişilerin öğrendikleri ilimleri yanlış kullandığı, bu sebeple de bu tür insanlara bilim öğretilmemesi gerektiğini savunarak şöyle der:
“Kötü yaratılışlı kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermeye benzer.
Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, adam olmayana bilgi belletmekten yeğdir.
Bilgi, mal, mevki ve hakimiyet, kötü yaratılışlı kişilerin elinde fitnedir.
Bilgisizlere, geçtikleri mevkiin yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir araya gelse yapamaz.
Cahil, kötü hükümler yürüten bir padişah oldu mu bütün ova yılanla, akreple dolar.
Adam olmayanın eline bir mal ve mevki geçti mi, herkesten önce kendi rezilliğini dileyen kendisidir.
Çünkü ya cimriliği tutar, az verir; yada cömertliğe girişir, yerli yersiz bağışlarda bulunur.
Sapıklık da bilgiden olur, doğru yolu buluş da...
(Sahibini) gönül ehli yapan ilim, insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim ise, yükten ibarettir.”
Öğrenilen bilgilerin nasıl değerlendirilmesi gerektiği, her şeyi iyiden iyiye araştırıp öğrenen, fakat kendinden haberdar olmayan bazı âlimlerin, hattâ din bilginlerinin durumlarının neye benzediği de aşağıdaki Mesnevî beyitlerinde veciz bir şekilde ele alınmaktadır:
“Toprağa mensup insan Hak'tan ilim öğrenmiş ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün âlemi aydınlatmıştır.
Gönül katresine bir incidir düştü, ki o ne denizlere, ne de feleklere verildi.
Bilgili adamın uykusu ibadetten üstündür. Hele bu, insanı gafletten uyandıran bilgi olursa.
Bilgi, uçsuz, bucaksız ve kıyısız bir denizdir. Onu dileyense, denizlerde dalgıçlık edene benzer.
Bilgi isteyen kişinin ömrü, binlerce yıl olsa dahi yine araştırmaktan vazgeçmez; bir türlü doymaz.
Bilgi, Mü'minin kayıp malıdır; bu sebeple Mü'min kendi yitiğini bilir, anlar.
Bazı âlimler ise, bilgilerin yüz binlerce türünü bilir de kendilerini bilmezler.
Her maddenin özelliğini bilir de, kendi cevherine gelince bir merkebe döner.
Bu doğru, şu yanlış; bunları biliyorsun da kendin eğri misin, doğru musun? (Ona) bir bak!
Bütün bilimlerin özü şudur: “Ben kimim, Mahşer günü ne hale geleceğim?” sorusunu bilebilmek.
Din usûlünü öğrenmişsin, bilmişsin; ama bir de kendi mayana bak, onu tanı!
Senin için, kendini bilmen, tanıman bu ikisinden daha iyidir ey ulu kişi!
Kitaptan maksat içindeki bilgilerdir; ama dilersen sen onu yastık yapıp başının altına da koyabilirsin.
Bu, kılıcı çivi yerine kullanıp, zafer yerine mağlubiyeti kabul etmek, demektir.
Nice âlimler vardır ki hakiki ilimden, hakiki irfandan nasipleri yoktur. Bu tür âlim ilim hâfızıdır, ama ilim sevgilisi değil.
Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git, onunla gaybı gören gözlerin açılmaz.
Kendine, aşkı ve bakışı öğret! (İşte) bu bilgi, taşa kazılan nakış gibidir.
Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan, Allah takdir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
Fakat Allah'a lâyıkıyla kulluk edersen bir kitap bile okumadan, yeninden-yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
Bizim öğrendiğimiz bu tatlı bilgiler, bil ki o (ilâhî) gül bahçesinden bir-iki, bilemedin üç demetten ibarettir.
Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da, onun için bu iki üç demete tutulup, kalmışız.
Yazıklar olsun ki, böyle bir bahçenin anahtarları ekmek-boğaz yüzünden elimizden düşüp gidiyor.”
Mevlâna'nın ilimle ilgili düşüncelerini kısaca aktardıktan sonra özellikle Mesnevî'sinde yer alan ve günümüz modern bilimleriyle yakından alâkalı olan bazı hususları örnek olmak üzere dile getirmek istiyoruz. Zira yukarıda da değinildiği gibi biz, Mevlâna'yı sadece mutasavvıf bir şair, bir düşünür olarak görmüyor, eserlerindeki bazı ipuçlarından onun aynı zamanda bir bilim adamı olarak da değerlendirilmesini savunuyor ve bu yönünün de dikkate alınması gerektiğini belirtmek istiyoruz.
2. Dünyanın yuvarlak olması, dönmesi ve yer çekimi:
Coopernik (ölm. 1543) ve Galile (ölm. 1642) “dünya yuvarlaktır ve dönüyor” dedikleri zaman İncil'e ters düştükleri için eleştiri aldıkları, özellikle Galile'nin, 13 Şubat 1633'te Roma'da mahkemede yargılandığı esnada zorlamalara dayanamayıp her ne kadar “dünya dönmüyor” demişse de çıkışta ayağını yere vurarak “ama yine de dönüyor” diye bağırması hepimizin mâlumudur. Mevlâna ise 1200'lü yılların ortalarında yazdığı Mesnevî'sinde dünyanın döndüğünü şu beyitleriyle dile getiriyor:
“Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir?..
... ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın?..
... bu gökyüzü de elinde olmaksızın dönüp durmada.”
Mevlâna, aşağıdaki beyitlerinde de bilim adamlarını konuşturarak atmosferi bir yumurtanın beyazına, dünyayı ise bu yumurtanın sarısına benzetmekte, dünyanın uzayda boşlukta durduğuna işaret etmekte, ayrıca mıknatıs ve kehribar örneğini vererek yer çekiminden bahsetmektedir. Yine Newton'un (ölm. 1727) Mevlâna'dan yaklaşık 500 yıl sonra 1687'de yer çekimini keşfettiğinde (!), nasıl bir ilgi uyandırdığı herkesin mâlumudur.
“Tabiata inananlar; gök bir yumurtadır, yeryüzü de onun sarısı diye itikat etmişlerdir.
Birisi 'Bu yeryüzü yeri kaplayan göğün ortasında nasıl duruyor?
Havaya asılmış kandil gibi ne aşağıya gitmekte ne yukarı çıkmakta' dedi.
O hakim 'Altı cihetten de göğün çekmesi yüzünden hava ortasında kalır.
Mıknatıstan bir yuvarlak olsa ortasına konan demir, ortada kalır' diye cevap verdi.
Öteki hakim de 'saf gök, kara toprağı kendisine çekmez..
Onu altı taraftan da iter. Ondan dolayı da yeryüzü, kuvvetli yeller ortasında muallakta kalmıştır' dedi.
Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehribar gibi kendi cinsini çekmededir.”
3. Atom
Mevlâna aşağıdaki beyitlerinde de bir şeyin en küçük parçası manasına gelen “zerre” kelimesini kullanarak henüz yakın zamanda keşfedilen “atom, hareketi, yapısı ve atomun patlaması”na gönderme yapmaktadır. Burada da Mevlâna'nın zerrenin (atomun) içindeki güneşin (atom çekirdeğinin) “patlaması halinde her tarafın yerle bir olacağına değinmesi” ve bu çekirdeği de “kuzu postuna bürünmüş aslan” olarak nitelemesi son derece ilginçtir. Zira yakın tarihimizde yaşadığımız Hiroşima dersi bunun acı, ama somut bir örneğidir.
“Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünseler de onların savaşını bir gör!
Şu aleme bakarsan görürsün ki, baştan başa savaştan ibarettir. Zerre zerre ile âdeta dinin kâfirlerle mücadelesi gibi savaşır durur.
(Çünkü) yaratılışın binası zıtlar üstünde kurulmuştur. (...)
Zerre demekle bil ki gizli bir muradım var. Sen denize mahrem değilsin, henüz köpüksün ancak.
Zerre bir cisimden ayrılmış, küçücük bir parçadan başka bir şey değildir. Zerre taksim kabul etmeyen güneş olamaz ki!
Bir güneş bir zerre içinde gizlidir; derken ansızın o zerre ağzını açar,
O güneşin huzurunda gizlendiği yerden sıçradı mı gökler de zerre zerre olur yerler de.
İşte sana zerrede gizli güneş; işte sana kuzu postuna bürünmüş erkek aslan.”
Sonuç;
Sunduğumuz bu birkaç örnekten de anlaşılacağı gibi, Mevlâna bilim dünyasının son yüzyıllardaki keşiflerinden çok çok önce bu konularda bilinmeyenleri dile getirmiştir. Tabi ki bu ilim kapısı da yine kendi beyanıyla “ilâhî âlemden gelen gönül vahiyleri” sebebiyle kendisine açılmıştır. Bu arada Mevlâna'nın dinî bilimlerdeki vukufiyeti ve özellikle Kur'an-ı Kerim'i çok iyi bilip yorumlayabilmesi de bu Ümmü'l-Kitap'tan nasıl her yönüyle faydalanılması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Zira;
“Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa yine O bilir. Bir yaprak düşmez ve yerin karanlıklarına bir tane gitmez ki O bilmesin. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın.” (Kur'an, Enam Suresi 59. âyet)
DipnotlarBu konuyla ilgili rastlayabildiğimiz bazı makale ve çalışmalar şunlardan ibarettir: - Dr. Celâleddin B. Çelebi, “Hz. Mevlânâ'nın Eserlerinde İlim”, Hz. Mevlânâ Okyanusundan..., Derleyen: Esin Çelebi Bayru, İl Kültür Müd. Yay., Konya, 2002, s. 45-47; - Eva de Vitray Meyerovitch, Mesnevî Mutlağın Aranışı, çev. Prof.Dr. Mehmet Aydın, Selçuklu Belediyesi Yay., Konya, 1996;- Aynı yazar, “Présence de Mevlâna”, S.Ü. I. Milletlerarası Mevlâna Kongresi-Tebliğler, Konya 1988, s. 27-33;- Feyzi Halıcı, “Mevlâna'dan Galile'ye Çağdaş Bir Gezi”, Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni, Bildiriler, 15-17 Aralık 2000, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2001, s. 565-570; yazarın aynı konuyla ilgili benzer bir yazısı Çağrı Dergisi'nin Şubat 2001 sayısında da yayınlanmıştır;- Doç.Dr. Mehmet Bayraktar, “Semâdaki Sırlar”, Zafer Dergisi, Sayı: 132, Aralık, 1987;- Prof.Dr. Yılmaz Özakpınar, “Mevlâna'nın Modernliği ve Modern Bilim”, S.Ü. II. Milletlerarası Mevlâna Kongresi-Tebliğler, Konya,1990, s. 85-88. Mevlâna, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, I-VI c., MEB. yay., 3. Baskı, İstanbul, 1995, I/2860-2863 Aynı eser, II/2362-2364Aynı eser, IV/1436-1438, 1441, 1443-1445, IV, 3010, I/3447Aynı eser, I/1012, 1017, VI/3878, 3881, 3882, 4507, III/2648, 2649, 2651, 2654-2656, 2989, 2991, 3038, VI/261, 3194, 1931, 1932, 4651-4653 Aynı eser, I/3331, III/1966, 3287Aynı eser, I/2482-2488, VI/2900Aynı eser, VI/38, 36, 50, V/5402, 3401, 4580, 4581, I/2502

Hiç yorum yok: