KONYA'DA HİSBE, İHTİSAP İŞİ VE MUHTESİPLİK "EMR Bİ'L-MA'RUF VE NEHY ANİ'L MÜNKER"

M. SABRİ DOĞAN

"Hz. Peygamber zamanından beri varlığı bilinen hisbe yani ihtisab işi Hz. Ömer'in halifeliği zamanında tam teşkilatlı bir müessese haline gelmiştir. İyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek gayesiyle kurulan müessesenin başında bulunan muhtesib veya diğer adıyla ihtisab emini veya ihtisab ağası gibi isimlerle anılan görevli, dinin hoş karşılamayıp çirkin gördüğü her türlü kötülüğü ortadan kaldırmaya çalışırdı. Gerçi İslam'da iyiliklerin emredilmesi ve kötülüklerden sakınılmasına nezaret etme, bütün Müslümanların yerine getirmesi gereken müşterek bir vazifedir. Ancak diğer bazı emirlerde olduğu gibi bunun da bir gurup Müslüman tarafından ifa edilmesi, diğerlerini de sorumluluktan kurtarmaktaydı. İşte bu sebeple, İslam müesseseleri arasından, bu sorumluluğu yüklenen yeni bir müessese doğdu ki, bu da daha sonraları belediye müessesesi görevini görecek olan "ihtisab"tan başka bir şey değildi. Hisbe kelimesi, "ha-se-be" kökünden gelen bir isimdir. Daha yaygın bir ifade olan "İhtisab" da aynı köktendir. Hisbe kelimesi saymak, zannetmek, haseb sahibi olmak manalarını ifade eder. Günümüzde, vazife ve salahiyetlerini yalnız bir müessesede toplayamayacağımız hisbenin prensiplerinden bir kısmı fıkhi, bir kısmı da halifenin reyinden doğan (idari) hususlardır. Bu bakımdan muhtesib, toplum huzur ve güvenliğinin sağlanmasında önemli derecede rol oynayan bir görevli idi. Muhtesibin vazifesini yaparken takip edeceği ve metot ve başvuracağı çareler işlenen fiile göre hafiften şiddete doğru şöyle sıralanmaktaydı.1. BİLMEK: Meşru yollardan haberdar olmak.2. BİLDİRMEK: Kötülüğün işlenmesinin sebebi bilgisizlik olabilir. Bilmedikleri konular uygun ve münasip bir şekilde anlatılır.3. ÖĞÜT VERMEK: Doğru yolu göstermek ve Allah korkusunu hatırlatmak suretiyle kötü ve haram olanın işlenmemesi gerektiğini anlatmaya çalışmak.4. TEKDİR ETMEK: Kötülüğü işleyen, iyi ve tatlı sözden anlamaz ise bu yola başvurulur.5. EL İLE MÜDAHALE EDİP DÜZELTMEK: Kötülüğe sebep olan maddeleri ortadan kaldırmak için herhangi bir izine muhtaç değildir.6. SOPA İLE TEHDİT: Dövmek veya başka türlü cezalandırmak ile tehdit etmek. Bu safhada dayak atmak yoktur.7. SOPA ATMAK: Yukarıda belirtilen usul ve çareler kötülüğün ortadan kalkması için kafi gelmiyorsa sopa atmak.Konya'yı ilgilendiren "Şadr-i kebir Divan ül-hisbe hakimi ve muhtesipler meliki Necmeddin Ebu Bekir'in Dar'ül-mülk Konya ihtisab işleri başına tayin edildiğine dair menşur" adlı bir vesikada; muhtesibin fiyatların tespitinde, pazarlarda men etme yetkisiyle miska ve dirhemlerin ölçü ve ayarlarını muhafazada tam bir gayret ve itina göstermesi, alış-veriş esnasında maiyetinde bulunan kimselerin satıcı ve müşterilerin durumlarına bakarak adaletsizliğe meydan vermemeleri, esnafın hakkına riayet etmesi ve yeni kaideler konulmasından sakınarak pazarlara emin dellallar koyması kefaletsiz işe müsaade etmemesi, suçlulara suçu nispetinde ceza vermesi ve bütün ihtisab şartlarına riayet etmesi emredilmek suretiyle bu mansıb sahibinin vazifeleri sayıldıktan sonra onun eski muhtesiblerin, ihtisab resmi olarak, tasarruf ettikleri iradı alması ve beratlar gelinceye kadar filan tarihten filan tarihe kadar mukattaa usulüyle deruhte etmesi, bildirilmekte ve emir, naip ve Konya pazarları halkının Necmettin Ebu Bekir'in muhtesip ve pazarların hakimi olarak tanımaları ve tevki-i hümayun'a itimad etmeleri buyurulmaktadır. Nitekim Selçuk Türkiye'sine ait olup "Rusum ur-risail" adlı muhtasar inşa mecmuasındaki bir ihtisab fermanında "te'dib-i ehl fusük vazifesinde muhtesibe ait olarak dercedilmiştir" denilmektedir. II. Gıyasettin Mesud zamanında, 683 senesinde Mehmet bin Mahmut el-Hatip tarafından yazılan "Fustat ul-adale" adlı eserde muhtesiplerin vazife ve vasıflarını zikrederken mescitlerde kıssa-hanlık yapmanın, şiir okumanın caiz olmadığını, kadınların ancak arka safta bulunması icap edeceği, alış-veriş yapılmamasını ve muhtesiblerin bunlara müsaade etmemesini yazar. İran'da Sultan Sencer tarafından verilen bir intisab menşurunda muhtesibin malum vazifeleri sayıldıktan sonra fesad ehlinin cezalandırılması, camilerde ve mezarlıklar civarında içki ve fıskın men edilmesi, zimmileri tezlil eden kıyafetlerine dikkat gösterilmesi, kadınların ilim ve vaaz meclislerinde erkeklerle karışık oturmaması hususları da belirtilmiştir. Nizamül-Mülk her şehir ve kasabaya bir muhtesebin tayin edilmesi gerektiğini ve bunların hemen yukarıda zikredilen, aynı vazifelerini saydıktan sonra, eğer bir yerde intisab işleri nizamını kaybeder, ticaret ve ölçüler murakabesiz kalır, şeriat işleri bozulur ve fısk aşikare vuku bulursa oraya derhal oraya derhal heybetinden halkın ve ileri gelenlerin korkacağı hassa emirlerinden birini göndermesini sultana tavsiye eder. İlhanlılar devrinde intisab işlerine dair menşur ve kayıtlarda hemen aynı mahiyettedir. İntisap işlerinin ehemmiyeti dolayısıyla bu mevzuda müstakil ve mufassal eserlerde yazılmıştır. Vakfiyelerde bazen vakıfın şartlarına riayet edilmesi için halife ve sultandan sonra kadı, amid müfti ve muhtesiblere şiddetli ihtarlarda bulunulur. Yukarıda yazılanların işaret ettiği gibi Türkiye Selçuk Devleti daha ilk zamanlarda bile İslam ve Türk teşkilatı esaslarına göre kurulurken intisab işleri de tanzim edilmiştir. II. Kılınç Arslan zamanında Konya'da Sultana mensup Konyalı Fahrettin Yunus bin Hasan isminde dükkan sahibi bir muhtesib ile Malatyalı Ebu Bekir bin Hasan isminde diğer bir muhtesibin mevcudiyeti kayda şayandır. Karatay'ın vakfiyesinde ordu muhtesibi (Muhtesib ul-asakir) olarak adı geçen Ebu Said bin İlyas namında bir kimsenin mevcudiyeti bu memuriyet ve vazifenin askeri teşkilat içerisinde de bulunduğunu meydana koymak bakımından ehemmiyetlidir. Muhtesiblere diğer devlet memurları gibi maişet tasis edilmeyip, bu menşurun da ifade ettiği üzere, esnaf ve pazarlarda muayyen bir ihtisap resmi veriliyordu.Osmanlı İmparatorluğu devrinde her şehir ve kasabada beldenin temizlik işleri ve esnafın kontrolüne mahallin kadısı hükmederdi. Tabiatıyla da Konya'da da bu şekilde idi. 1826 yılında İhtisab Nezaretinin kurulmasıyla bu görevler şehirlerde İhtisab Ağalarına verilmiştir. Konya'nın ilk İhtisab Ağası Konyalı aşık Şemi olup bu makam oğlunun askerlik meselesi için huzura çıktığında zamanın padişahı tarafından lütuf ve irade olunduğu rivayeti yaygındır. 1846 yılında vilayet teşkilatlarıyla belediyeler kurulmuş olup, İhtisab Ağalıkları lağvedilmiştir.Her ne kadar Tazimat'la birlikte belediye diye bir kurum kurulmuşsa da, bu kurumlar yeni kurulan valiliklere bağlı ve hatta onun memuru durumundaydılar ve vali belediye reislerinin yapması gereken bütün işlere müdahale edebiliyordu. Ayrıca yeni kurulan valilik ve belediye reisliği kurumları, her ne kadar batılı tarz da kurulmuş olsalar bile eskiden gelen kadı ve muhtesip işbirliğinin sürdürüyorlar ve İslam'ın erken devirlerinden gelen hisbe kavramını muhafaza ederken; kadı ve muhtesebin görev ve salahiyetlerine sahip çıkıyorlardı. Buna örnek olarak 1848 senesinde Konya'da Kel Hasan Paşa isminde Tokatlı bir valinin uygulamalarıydı. Konya'ya geldiği zaman derebeyi geçinenler ile mütegalibelere şiddetle davranarak otoritesini kurmuş, hepsini sindirmiştir. Bir gün çarşıda dolaşırken bakkal çürük kavunları dükkanın önüne koymuş, satacak; derhal adamı dükkanın önüne çağırarak bütün kavunları başında parçalamıştır. Diğer bir gün fırıncıları teftiş ederken, Hacı Kadir isminde bir fırın sahibinin hamur ekmek çıkardığını görmesi üzerine derhal fırından çıkan sıcak hamur ekmeği adamın ağzına tıkmak suretiyle cezalandırmıştır. Mahkemede yalan yere şahitlik yapan bir adamı da yakalatarak yüzüne çivit sürdürmüş ve eşeğe ters bindirip, sokak aralarında dolaştırarak yalan yere şahitlik yapmanın cezası diye halka teşhir ettirmiştir. Aynı şekilde başka komik sayılabilecek bir örnek de belediye reislerinin de hisbe yani muhtesebin görev ve salahiyetlerini devam ettirttiğini görürüz. Yine Konya Belediye reislerinden Hacı Ali Efendi zamanında çarşı esnafından Kapancı dede namı ile maruf 60 yaşlarında bir kimse varmış, Herkes tarafından sevilir ve sayılırmış. Fakat dedenin pis bir huyu da fazla küfürbaz olup kim olursa olsun bir kızdı mı ana, avrat sövmeye başlarmış, Dedenin bu halinden müşteki olan birkaç esnaf ile belediye zabıta memurları reis Hacı Ali Efendiye şikayette bulunmuşlar. Hacı Ali Efendi'nin canı sıkılmış "çağırın şu adamı" diye emir vermiş. Az sonra başında çember dolalı yağlı bir fes, kollar dirseklere kadar sıvalı, belindeki kuşakta bakımsızlıktan kurumuş silahlık, kirli bir mintan, ve yamalı bir şalvar, şalvarın iki püsküllü ucu önünde sallanır, ayakları çıplak ve takunyalı halde reisin karşısında arz-ı endam eden dedeyi reis görünce sert bir sesle "-Gel bakalım dede. Sen küfür etmeye utanmıyor musun ?Ayıp değil mi ? Herkesin anasına avradına sövüyor musun ?" deyince. Dede hemen şu cevabı yapıştırmış. "-Vallahi yalan reis bey, billahi yalan. Ben kimsenin anasına avradına sövmem, sonra bunu hangi anasını, avradını ... söylemişse b... yemiş" demesiyle reis bey verecek cevabı bulamamıştır.Yine Hacı Ali efendinin Belediye Reisliği zamanı, kebapçılardan biri etli ekmeği iyice pişirmeden hamur hale fırından çıkartmıştır, vaziyet belediye reisine şikayet edilince hemen zabıta memuru gönderilerek hamurlu pide ile fırıncı reisin karşısına dikilmiş, ve reis fırıncıya; "--Ye ulan şu hamur pideyi bakalım" diye emir verir. Adamcağız bir lokma koparıp, ağzında geveleyip bir türlü yutamayınca, duruma iyice kızan Hacı Ali Efendi;"--Ülen alçak sen el alemi devemi sandın da hamur yutturmaya kalktın. Öyle yiyemezsen böyle ye teres" diye bütün etli pideleri yüzüne başına çarpmak suretiyle temiz bir dayak atmıştır. Başka bir örnek ise olarak belediye görevlerinden olan aydınlatma ilgilidir; geceleri yatsı vaktinden sonra sokakta bulunmak veya evinden sokağa çıkmak eskiden zabıta ve belediyecilik açısından yasak edilen bir işti. Fevkalade mecburiyet karşısında çıkmak isteyenler içinde mum yakılan bir feneri taşımak ve bu surette gideceği sokağı fert kendisi aydınlatmak mecburiyetinde idi. Petrolün, hava gazının elektriğin olmadığı zamanlarda aydınlatmanın budan başka türlüsü olamazdı. Bu devirde en çok sözü edilen zabıta vakaları biri de herhangi bir adamın geceleri fenersiz gezdiği görülerek karakola götürülmesi ve karakolda ceza olarak sabaha kadar külhanlarda angarya ve temizlik işlerinde çalıştırılmasıydı. Sabahleyin erkenden külhandan kirlenen pis kıyafetiyle evine gitmek üzere sokağa salıverilir ve böylece halka teşhir edilirdi. Halk sokağa böyle erkenden pis bir kıyafetle kimi görürse onun o gece külhanda gecelediğini anlardı. Dilimizdeki "külhanbeyi" tabiri de bu teşhir suretiyle cezalandırma devrinin yadigarıdır.

Hiç yorum yok: