M. SABRİ DOĞAN
Sille'deki kaya kiliseleri ile aynen Kapadokya'da olduğu gibi bir gurup teşkil etmektedir. Bu kilise manzumesinden en önemlisi ise Eflatun Manastırı veya Ak Manastır diye de bilinen Hagios Khariton Manastırı'dır. Bu manastır gerek Hıristiyan alemi, gerekse İslam alemi ve özellikle Mevlevilik için önem arz etmektedir. Ayrıca bu manastırı konu edinen ve Mevlevileri ilgilendiren iki önemli efsane günümüze kadar gelebilmiş ve Konya'yı ilgilendiren efsaneler arasında yerini kuvvetle almıştır. Ak Manastır olarak da bilinen Eflatun manastırından ilk bahseden Danimarkalı Carsten Niebuhr (1733-1815) dur. 1766 yılı Aralık ayında ziyaret ettiği bu manastırı şöyle tasvir etmektedir; "Konya yakınında bir mağarada hala meskun ve kilisesi ile muhtelif hücreleri kayadan oyulmuş bir Rum Manastırı'na rastlanır." Geçen yüzyılın başlarında buradan bahseden diğer bir şahıs ise, bir müddet Konya Metropoliti olan ve 1813-1819 yılları arasında İstanbul Patrikliği makamını işgal eden 4. Kyrillos (1750-1821) dur. Viyana'da yayınladığı Orta Anadolu haritasında Ak Manastır'ı gösterdiği gibi, 3 yıl sonra basılan Konya ve civarı hakkındaki kitabında bu manastır hakkında etraflı bilgi verir. Kyrillos bu manastırı şu surette anlatır; "Sylata (Sille) civarındaki bazı tepeler arasındaki bir yamaçta, Sylata'nın bir saat doğusunda, Konya'nın bir saat batısında etrafını çeviren beyaz taşlı dağlardan dolayı Türkçe'de Ak Manastır olarak adlandırılan Hagios Khariton Manastırı vardır ki, burası Hagios Khariton tarafından kurulmuştur...Manastır geniş ve mağara gibi kayaya oyulmuş olup bütün hücreler ve şapelleri de aynı şekildedir. Kilisenin kapısı güneydedir. Dışarıda toprak seviyesinin altında kutsal kuyu bulunur. Khariton bu suyu bir mucize neticesi kayadan fışkırtmıştır. Manastırın önünde bağlar, bahçeler vardır." Aynı şekilde Kapadokya'ya dair bir kitap yazmış olan N. S Rizos ve gene Ak Manastır'dan bahseden J. R. S. Streett de bu konu ile meşgul olmuş ve birer kitap yayınlamışlardır. Bundan sonra Batı aleminde Ak manastır kompleksi artık devamlı merak uyandırmış ve birbiri arkasından bu manastır manzumesi hakkında yayınlar yapılmıştır. M. Levidis Kapadokya'daki kaya manastırlarına dair kitabında buradan bahsettiği gibi W. M. Ramsay buranın kısa bir tasvirini yaparak, Türkler tarafından da saygı gören bu manastırın o sıralarda metruk fakat binaların henüz sağlam olduğu, ayrıca kompleksin içinde küçük bir de cami bulunduğunu bildirir. Hıristiyan devri arkeolojisi bakımından Anadolu'yu vaktiyle en iyi tanıyanlardan olan Ramsay, ertesi yıl basılan diğer kitabında burası hakkında daha etraflı bilgi verir. Ramsay manastırdan şu satırlarla bahseder; "Bu manastır şehrin 5 mil kadar Kuzey-Batısında ve St. Philip (Takkeli Dağ) dağının hemen dibinde kayalık dar bir vadi içindedir...St Chariton Manastırı vadinin kuzey tarafındaki dik uçurumun altında olup Müslümanlarca kutsal tanınmaktadır. Ortasında bir mescit bulunmaktadır. Mevlevi dervişlerinin başı olan Çelebi Efendi, her yıl buraya zeytinyağı vakfeder. Türklerin bu saygısını bildiren efsanenin en iyi versiyonunuza göre ilk çelebi efendilerden birinin veya doğrudan doğruya tarikatın kurucusu Mevlana'nın kendi oğlu bu uçurumdan düşerken, aziz Khariton tarafından kurtarılmıştır. Aziz Khariton hakikatten yaşamış bir şahsiyettir. Fakat onun hakkında günümüze kadar gelebilen bilgiler tamamen efsaneleşmiş bir haldedir. Bunlarda elde edilebilen müspet bilgiler Konya'da doğmuş olduğu ve Kudüs yakınında şöhretli bir manastır kurduğudur. Bir iddiaya göre Iulianus devrinde ( M.S 363/5 ) ölmüştür." Hıristiyan takviminde 28 Eylül günü kutlanan Hagios Khariton aslen Konyalı olup bu şahıs III. Ve IV. Yüzyıllarda yaşamıştır. Ayrıca Konya'dan ayrılarak Filistin'de Betlehem dışında dağlık, çorak bir yerde bir su bularak bunun başında bir manastır kurmuş kendisi de orada gömülmüştür. Filistin'in İslamlaşması üzerine buradan Anadolu'ya hicret eden keşişler Konya yakınındaki bu manastırı kurmuş olmalıdır. Yani anlaşılacağı üzere manastır Konyalı aziz Khariton hatırasına yapılmıştır. Khariton'nun burada bir mucize göstererek ortaya çıkışı, Mevlana'nın hatta sonraki Çelebilerden birinin oğlunu kurtarmak suretiyle olduğu iddia edildiğine göre bu manastırın Kharito'nun hatırasına bağlanması Mevlana (1207-1273) nın yaşadığı yıllardan daha geriye indirilemez. Ak Manastır F. W. Hasluck ( 1878-1920 ) tarafından da incelenmiş ve buradaki müşahedeleri makale halinde yayınladıktan sonra ölümümden sonra basılan büyük kitabında pek az ilave ile tekrarlanmıştır. Hasluck Ramsay'ı tamamlayan bazı bilgiler vermekle beraber, manastırın açık bir tasvirini yapmamış, daha fazla, manastırın Türk folklorundaki yeri üzerinde durmuştur. Verdiği bilgiler şöyledir; "Konya'nın 1 saat kadar Kuzey istikametinde kayalık bir boğaz içinde Hagios Khariton Rum Manastırı bulunmaktadır. Manastır 3 tarafından duvarlar ile sınırlanmış 4. tarafında ise dik bir yar vardır. Bu sahanın içinde tamamen veya kısmen kayaya oyulmuş 3 kilise bulunmaktadır. Bunların yanında yapısı bu kiliselere benzemeyen bir de mescit vardır. Bu küçük cami basit ve mütevazı kaya içine oyulmuş sade bir mihraba sahip dikdörtgen biçimli bir namaz yerinden ibarettir. Manastıra bakan Hıristiyanlar buradaki mevcudiyetini bir efsane ile izah ederler.; "Mevlana'nın oğlu manastırın üstündeki yardan düşerken, esrarengiz bir ihtiyar tarafından bir zarar görmeksizin yere indirilmiştir. Sonraları kilisedeki bir resim vasıtasıyla bu ihtiyar, Hagios Khariton olarak teşhis olunmuştur. Bu mucize, hala Mevlana'nın halefleri tarafından her yıl gönderilen zeytinyağı ile kutlanmış olup, ayrıca, kendisi yılda bir geceyi buradaki mescitte ibadet ile geçirmiştir. O devirlerde ilginçtir ki Ak Manastır aynı zamanda Havari Paulus'un Mağarası olarak da seyahat rehberlerine geçmiş bulunuyordu. Nitekim Meyers Reisebücher'de burası hakkında şunları yazmıştır. ; "Başlangıçta kuzeye sonra Kuzey-Batıya doğru ovadan çıplak tepe sinsilesine doğru gidildiğinde bir saatte Aziz Paulus'un Manastırına erişilir. Bu mağaralardan bir tanesi Mevlevi dervişlerinin başı olan Mevlana'ya mahsus bir ibadet yerdir. Bir av esnasında burada uçurumdan düşen Mevlana'nın oğlunun hatırası için Mevlana burada yılda bir defa ibadet eder. Baedeker rehberi olarak adlandırılan bir risale ise Ak manastır yine nedense Paulus Mağarası olarak adlandırılır ve şöyle denilmektedir.; "Konya'dan Kuzey batı istikametinde ovadan iki sivri tepenin-Sağdakinin tepesinde bir kale harabesi vardır-taşıdığı çıplak dağ dizilerine doğru ilerlendiğinde bir saatte- yolun son kısmı yaya olarak-Aziz Paulus Manastırına varılır." Konya ve çevresi hakkında son yıllarda basılan kitaplarda bu manastırdan bahsedildiği görülür. M. Mesut Koman Ak Manastırı kısa bir not halinde tasvir etmiştir. İ .H. Konyalı ise Ak Manastıra dair uzun uzadıya izahat vermekte ve buraya ait 4 de resim yayınlamaktadır. Üstünde Kevele (Gevele) Kalesi'nin bulunduğu Takkeli Dağın eteğinde bir dere yatağı içinde olduğunu söylediği bu manastırı Eflatun Manastırı olarak adlandıran yazar, Türk folklorundaki yerine işaret ettikten sonra Çelebilerin burasını ziyaret ettiklerini manastır içindeki mescitte Selçuklular zamanında vakıflar bırakıldığını kaydetmektedir. Diğer taraftan Türk geleneği buraya Deyr-i Eflatun yani Platon'nun Manastırı adını da yakıştırmıştır. Konya ve çevresinin Türk folklorunda Yunan Felsefecisi Platon Eflatun'nun özel bir yeri vardır. Nitekim evvelce Konya'da şehrin ortasındaki höyük üzerinde bulunan ve Konya baş pisikopozlarından Hagios Amphilokios'un adına olduğu bilinen kilise de Eflatun Kilisesi daha doğrusu rasatgah olarak tanınmıştı. Konya yakınındaki bir su başındaki Hitit kabartmalarıyla süslü bir abide de Eflatun Pınarı adıyla şöhret bulmuştur. Bu manastırın suyunu temin eden fakat aynı zamanda içinde Mevlana'nın 7 gün, 7 gece kalması ile İslam mistisizmine girmiş bulunan kutsal bir su haznesi olan bir ayazması vardır. Eflaki'de bu hadise şu surette anlatılmıştır; "Deyr-i Eflatun (Eflatun Manastırı) nın baş papazı, bütün papaz ileri gelenlerinden yaşlı ve engin bilgili bir adamdı. İstanbul, Frenk Sis, Canik daha başka vilayetlerden kendi dinlerinin ilimlerini öğrenmek için ona gelir, ondan din ahkamını öğrenirlerdi. İşte bu başpapaz hikaye etti ki; Mevlana bir gün bir dağın eteğinde bulunan bu Deyr-i Eflatun'a gelmişti. Soğuk su çıkan mağaranın dibine kadar gitti. Ben de mağaranın dışında durmuş ne olacak diye bakıyordum. Mevlana 7 gün, 7 gece o soğuk su içinde oturdu. Ondan sonra kendisinden geçmiş bir halde dışarı çıkıp yola koyuldu. Gerçekten onun mübarek vücudunda hiçbir değişiklik olmamıştı"Ayrıca Eflaki Mevlana'nın torunun Ulu Arif Çelebi ( öl.1320) ile alakalı olarak bu manastır hakkında şu hikayeyi nakleder. "Arkadaşların hakikati bilenlerinden nakledilmiştir ki; Deyr,i Eflatun Manastırında bir çok fenleri bilen yaşlı hakim bir rahip vardı.Arkadaşlar gezmek için oraya her geldiklerinde bu rahip onlara türlü hizmetlerde bulunur, ve çok itikat gösterirdi. Çelebi Arifi de çok severdi. Bir gün arkadaşlar; Sen, Mevlana'yı nasıl gördün, nasıl bildin ?" diyerek ondan bu itikadının sebebini sorarlar. Rahip dedi ki; Siz onun kim olduğunu ne biliyorsunuz ? Ben ondan hadsiz kerametle, pek çok mucizeler görmüş ve onun candan bir kulu olmuşum. Gerçi peygamberlerin hayatlarını İncil'de ve onların kitaplarında okumuştum. Hepsini onun mübarek zatında müşahede ettim. Ve onun hakikatine iman getirmişim. Yine bir gün burayı şereflendirmişti. Kırk güne yakın bir hücrede halvet etti. Halvetten çıktığı vakit onun mübarek eteğini tuttum ve; "Yüce Tanrı Kuran'da "...sonra onlardan Cehenneme girmeye layık olanları biz daha iyi biliriz" buyurmuştur. Mademki hepsinin gidişi ateş olacak, o halde İslam dininin bizim dinden üstünlüğü nedir ? ve bu nasıl olacak ?" dedim. Mevlana hiçbir şey söylemedi. Bir an sonra işaret edip şehre doğru yola koyuldu. Ben de o ulu kişinin arkasından yavaş, yavaş gidiyordum. Mevlana birden bire şehrin kenarında bulunan bir fırına girdi. Fırıncılar fırını kızdırmışlardı. Benim siyah, ince ipek elbisemi aldı ve kendi feracesine sarıp fırına attı. Başını öne eğerek bir müddet bir köşede oturdu. Büyük bir duman çıktığını gördüm. Kimsede söz söylemek mecali yoktu. Ondan sonra Mevlana; "Bak ! diye buyurdu. Fırıncının mübarek feraceyi dışarı çıkarıp Mevlana hazretlerine giydirdiğini gördüm. Ferace tertemiz olmuştu. Benim ipek elbisem ise tamamen yanmıştı. Mevlana biz böyle gireriz. Siz de böyle girersiniz" buyurdu. Bunun üzerine derhal baş koyup mürit oldum." Sonuç olarak Kapadokya kaya kiliseleri serisi benzerleri Konya Ovası'nda da görülmektedir. Bunlardan Karaman-Taşkale'ye giderken yol üzerinde bulunan Manazan Mağarası ve Papazın Bağı adı ile anılan kaya kiliseleri ve daha da önemlisi Sille'de bulunan kaya kiliseleri gurubu bu hususu doğrulamaktadır. Sille gurubunun diğer örnekleri Sille içinde bulunmaktadır. Buradaki dini merkezin esasının ilk ne zaman kurulduğu şimdiki halde tespite imkan yoktur. Fakat kayadan oyulma mekanlar ve en önemlisi olan bu kilise Kapadokya'daki benzerleri gibi 9. yüzyıldan sonralarına ait olması kuvvetle muhtemeldir.
SİLLE'NİN EFSANELERE KONU OLAN EFLATUN MANASTIRI
zaman: 23:55
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder